17 Kasım 2011 Perşembe

HANGİ ŞİA?

                                      

1989 yılından beri Mezhepler  Tarihini çeşitli kaynaklardan araştırmaktayım. Tarihe olan ilgim de 80 yıllarda Humeyni'nin İslam Devrimini gerçekleştirmesiyle başladı. Derin bir saygı ve sempati ile baktığım bu sürece bakışım zaman geçtikçe, bu sürecin Türkiye’deki uzantılarını takip ettikçe yerini büyük bir kaygıya bıraktı. Çünkü gördüğüm kadarıyla bu sürecin yönetimi ve uzantılarındaki hedef  islamın muzafferiyetinden ziyade  mezhepçiliğin ön planda tutulduğu kanaati oluştu bende.  Yanılma payımı yok etmek ya da en aza indirmek amacıyla geçmiş ve günümüz şii âlimlerinin eserlerine,  hadis, tefsir ve tarih kitaplarına merakım arttı. Burada gördüğüm kadarıyla Şiilerin Kuran’a bakışı öncelikli olarak kendi doğrularına delil bulma noktasında yoğunlaştıkları en dikkate değer bir olgudur. Yine bu paralel de uydurulan binlerce hadis gözden kaçmamaktadır. Yani bu üç alan (Tevsir-Hadis_Tarih) Şia inancında boşluk bırakmamak ve bir birini tamamlamak üzere ilmek ilmek örüldüğünü görüyorsunuz.  Kurgulanmış tarihlerine delil bulmak için KURAN’  tevil ettiklerini hadis uydurduklarını bir başka boyutuyla uydurulan hadislerle, inançları doğrultusunda Kuranı yorumlayıp tarih kurguladıkları görmemek hiç mümkün değil.  Ne olursa olsun kutsal değerleri amacı dışına taşıyarak inançları lehine bir görüş çıkarma gayretleri çok aşırıdır. Bu kurgulamalar bir birinden farklı düşünen Şiiler tarafından farklı ortamlarda yapılması sonucunda bir birinden çok farklı şii inanç akideleri meydana getirmiştir ..  İmametin farz olduğuna inanan çoğu gruplar imamın kim olacağı konusunda anlaşamadıklarından bir birlerine düşmüşler, hatta bir birini tekfir eder hale gelmişlerdir. Herkes kendi imamının hakiki imam olduğu konusunda da bir sürü arguman üretmiş görünmektedir. Aynı isim altındaki bu mezhepler farklı inanç akideleri geliştirdiklerinden dolayı bunların bir kısmını diğerleri gullat olarak adlandırmaktadırlar.  Ancak her inanç kendini doğru diğerlerini batıl kabul edip kendi doğrularını bütün imkânlarıyla yaymaya çalışmaktalar. İşte islamı bilmeyen Müslümanların önündeki derin tehlike!

       Türkçe  faaliyet gösteren Şiilerin yönetimindeki  sitelere   bu konulardaki araştırma metinleri ile diyaloga girmek istedim. İyi karşılanmayacağımı biliyordum ancak  çok büyük hakaretlerle muhatap olacağımı da hiç düşünmemiştim. Ne seleficiliğim, ne Vehbiliğim, ne de kâfirliğim kaldı!. 
       Oysa benim amacım başkalarının inançlarına saldırmak değil.  Bel altı yapmadan doğruları saptırmadan, delil diye ortaya konulan şeylerin bütün yönleriyle ele alınarak doğruları tespit etmek kimin yanlış ya da eksikleri varsa bunu bir şekilde tamamlayarak vahdete bir adım yaklaşmak.    Ancak bu vahdetin nerede gerçekleşmesi gerektiği konusunda adres de vermiyorum. Çünkü taassubun gözleri o kadar kör ki, karşısındakinin söylediği yüz de yüz doğru olsa bile doğrunun geldiği yer kendisi gibi değilse redde biliyor. Bütün bunlara bakıldığında bir adreste buluşmak pek mümkün görünmese bile en azından ifrat ve tefritten uzak kalınarak daha makul olmak,tekfir etmemek o kadar zor mu?
Mezhepsizliği savunanların  islamı uygulamalarının nasıl yapılacağı konusunda her konuda  söylemlerinin olduğunu görüyorsunuz. Dolayısıyla bu söylemleriyle kendileri bir mezhep koymuş oluyorlar. Aslında inananları bir kere daha bölmeye çalışıyorlar.  Daha fazla bölünmeden İslam’dan uzaklaşmayan bir mezhebe dâhil olmak en iyisi.  Ancak, mezhepçilik son derece tehlikeli!. Çünkü mezhepçilik yapan birisi islamın aslından olmayan bir konuda bile farklı yorumu kendi tarifine uymadığı için insanları küfürle itham edebiliyor.  İslam acısından farklı inanç sahiplerini tekfir etmenin ne kadar tehlikeli olduğunu İmamı Azam çok acık ve net ifade etmiştir.
Bütün bunları kısa örnekleriyle ifade ederek okuyucularla  paylaşmak istedim. Hazırladığım kitabı bir yayınevi aracılığı ile basmayı düşündüysem de imkânlarım elvermedi. Çeşitli Bloklarda bunları yayınlamaya başladım. 
  Bu konuları irdeleyen çalışmaları arama motoruna “ Şiacılar” diye yazıldığında bir biri ardına gelen farklı sitelerde bu konunun açılımını göreceksiniz.  Beğenirsiniz beğenmesiniz. Belki eksikler var katkı sağlarsınız. Tenkit edersiniz.  Demem o ki tartışmanın da tenkidinde belli bir üslubu olmalı. Küfür tekfir ve belden aşağı vurmak bilmiyorum sahibine ne kazandırır.  Eksik bulduğunuz ya da beğenmediğiniz bölümleri yorumlayın buyurun tartışalım. Ya da diğer okurlarla tartışın. Buna imkan var. Önemli olan insanların bir birlerini kırmadan dökmeden saygılı bir ortamda görüşlerini söylemeleri.   
Esas vurgu yaptığım konu Vahdet konusudur.   
Ayrışmaya mı bütünleşmeye mi ağırlık verdiğine siz karar verin. 
http://ehlbytsevgs.blogspot.com/2011/05/inancimizla-ilgili-bir-seyler-yapmamiz.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder