17 Kasım 2011 Perşembe


ŞİİLİK NEDİR NE ZAMAN ORTAYA ÇIKMIŞTIR?
Şiilik; en geniş ve kapsamlı anlamıyla, hilafet'in Hz. Muhammed (s.a.)'Den sonra ehli beyt ve/veya Hz. Ali'nin soyu kanalıyla yü­rümesi gerektiğine inanan ve itikadı ve fıkhı yaklaşımları bu temele dayandıran bir inanıştır. Bu felsefeye inanan insanlara şia (taraftar) denir. Önceleri şia yani Hz. Ali taraftarlığı gayet mutedil ve normal idi. Nitekim sahabe arasında bile halifelik noktasında Hz. Ali'yi Hz. Osman'a takdim eden, ona öncelik verenler bulunuyordu. Fakat bu Kimseler, yine de Hz. Ali'den önceki halifelere herhangi bir saldırıda bulunmuyor ve dil uzatmıyorlardı.
İbn Teymiye bu noktada şöyle diyor: Ali (r.a.)'dan tevatürle gelen haberde "Hz. Peygamber (s.a.v.)'den sonra bu ümmetin en hayırlısı Hz. Ebü Bekir ile Hz. Ömer'diyor.
Nitekim işin bu yönü tüm eski Şiîler arasında ittifakla kabul edilmektedir. Önceki Şiîler'in tümü Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer'i üstün kabul ediyorlardı. Tartışma sadece Hz. Ali ile Hz. Osman'ın halifeliği noktasında meydana gelmiştir. Buda her ikisinin farklı farklı taraftarları olması yüzünden doğmuştur. Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer'e gelince, her ikisinin de Hz. Osman ile Hz. Ali anlamında bir taraftarları olmamıştır. Aksine ümmetin tümü hatta Haricîler bile, her ikisinin halifeliğinde ittifak halindedirler.
Bu siyasi gelişimin yani bu teorinin o dönemde dini boyutları hiç yoktu bunlar tamamen sonradan oluşturulmuştur. Önceleri sadece seven ve taraf olan sahabeler vardı. Bu anlamda ilk taraftarı olan sahabe Hz Osman dır. Yani Osman Şiası İslam coğrafyasında görülen ilk şiadır. Ardından Hz Ali yi sevenlere Ali şia sı deniyordu. Nitekim bu konuyla ilgili,
Yaşar Kutluay; islam ve Yahudi Mezhepleri, 52-53. Çağatay-Çubukçu tarafından kaleme alınan İslam Mezhepleri'Tarihi isimli kitapta da, Şia'nın doğuşu Hz. Osman dönemi olayları ile şöyle irtibatlandırılır: "Hz. Osman'm şehit edilmesinden sonra Müslümanlar ikiye ayrıllmış, biri Hz. Osman'a, diğeri Hz. Ali'ye meylettiklerinden aralarında mücadele ve savaşlar olmuş, Hz. Osman'a,  daha sonraları da onun mensup olduğu Emeviyye sülalesine taraftar olanlara 'Şia-ı Osman, Ali'ye taraftar olanlara da 'Şia-ı Ali'dendi. Daha sonralan ise Şia adı Hz. Ali taiaftarlanna verildi".
Rasulüllah'ın zamanında Hz. Ali'yi seven ve meşhur sakîfe hadisesinde onun yanında yer alan huzeyfe b. El-yemân, huzeyme b. Sabit, ebu eyyub el-ensarî, sehl b. Huneyf, osman b. Huneyf, bera b. Azib, übeyy b. Kal), ebu zerr, ammar b. Yasir, mikdad b. Amr, selman-ı farisî gibi önemli sahabele­r bulunmaktaydı. Bu sahabeler Hz Ali’yi Allah için, yiğitliğinden Hz peygamberimizin ona olan sevgisinden, ilminden şahsiyetinden, fakihliğinden dolayı sevmekteydiler. Daha sonraki gelişmelerde bu sahabeler Hz Ali nin yanında yer almışlardır. Ancak, asla diğerlerine düşmanlık etmemişlerdir. Hz Ali’nin vefatından sonra yaşayanlar ise; bir kenara çekilip ilim ve takva ehli olmaya devam edip hizmetlerini sürdürmüşler, bir kısmı da islamın yayılmasında yönetimin yanında yer almış savaşlara katılmışlardır. ( Hz. Eyüp el ensari gibi). Bunlar Şii inancının temelini oluşturan; imamet vasfından, imamın masumluğundan ve bu özelliklerin sahibinin Hz Ali olduğundan her ne hikmetse haberdar değillerdi. O günlerde henüz bugünkü şekliyle bir Şiilik yoktu. Çünkü şia yukarda da bahsedildiği üzere taraftar olarak algılanmaktaydı. Kişilere duyulan özel ilgi ve sevginin ötesinde Hz peygamber hayatta iken onun dışında başka birine dini liderlik atfetmek ya da başka birine dini anlayışta bir taraftarlık cıkarmak kimin haddine dir. O dönemde insanlar sadece Kuran’a, Hz. Peygambere ve İslam’ın getirdiği hükümlere taraf idi. Arkadaşlık yakınlık tarafı bununla hiç karşılaştırılmamalıdır. Herkesin aynı şeye inandığı bir atmosferde İnsanların karakter olarak kendine yakın hissettikleri kimseler olabilir bu yakınlık dini bir algılama ile nasıl izah edilebilir. Bu konuda
E. Ruhi Fığlalı, Kerbela olayı ile ilgili olarak şu tespitlerde'bulunmaktadır:
"Tarihi olaylar göstermektedir ki" İnanc anlamında şiilik, en erken Hz. Hüseyin'in Kerbela'da hunharca şehit edilişinden sonra, siyasi bir temayül olarak kamuoyu oluşturma açısından müsait bir zemine kavuşmaya başlamıştır; çünkü Hz. Hüseyin'in şehıt edildiği 61/680 yıllarına gelene kadar, İslam dünyasında yaşayan Müslümanlar, Haricilerin dışında ne Sünni ne de Şii idiler; onlar sadece Müslümandılar. İhtilaf, söz konusu şahısların hangisinin daha haklı olduğu meselesi etrafında cereyan ediyordu. En önemlisi, Şiilikten sözedebilmek için zaruri kavramlar olan nass, vasiyet ve imamet fikirleri henüz ortaya çıkırılamış ve hatta bu fikirler, Hz. Hüseyin'in şehadetinden çok sonraları bile, belli bir zümrede henüz ıstılahi anlamı içinde doğmamıştır"( E. Ruhi Fığlalı, "Şiiliğin Doğuşu ve Gelişmesi", Milletlerarası Taıihte ve Günümüzde Şiilik Sempozyumu.


Objektif bir bakış acısıyla bakıldığında;  sürecin tarihi gelişiminde, kavmiyetciliğin siyasal, ekonomik cıkarlarla desteklenerek hâkimiyetini sağlamak adına bütün dini değerlerin nasıl kullanılıp amacından saptırıldığını bu değerlerin nasıl eğilip büküldüğünü, bunun topluma nasıl yansıtıldığını bütün bu karmaşıklığa rağmen cıplak gözle görmemenin mümkün olmadığını anlıyorsunuz!

Sonuç olarak;

Son derece karışık ve karmaşık bir sürecte oluşan ve oluşturulan bu inancın lideri olarak gösterilmek istenilen ehlibeyt imamlarının hayatları çok yakından ve derinlemesine araştırıldığında yaşadıkları dönemlerde kendilerine sempati duyan ancak inanç yönünden aşırı buldukları bu grupların ne yanında ne de önünde olmadıklarını görüyoruz. Çünkü bu imamlar, Babaları Hz Ali, Hz Hüseyin ve Hz Zeyn örneğini yaşamış ve yakından bilmektedirler. İmamlar bu grupların yaptıkları bütün faaliyetler ve şianın geliştirilmesi yönündeki tüm sapık söylemlerinden beri olduklarını sık sık söymek zorunda kalmışlardır.

Bu konu ile ilgili Yapılan bir araştırma da;

“ (203–260/819–874) yıllarını göz önüne alındığında imamların herhangi bir siyasî oluşumun içinde yer almadıkları gibi, kimseyi de siyasî bir ayaklanmaya teşvik etmedikleri görülebilir. Ayrıca İsnâ Aşeriyye İmamların hayatları boyunca idaresinde bulundukları siyasal yönetime karşı pasif bir siyaset takip ettikleri, İmâmiyyenin iddia ettiği imam olduğu öne sürülen şahısların o camianın tümü tarafından kabul edilmediği ve tanınmadığı da söylenebilir. Zaten Ehli Beyt adına Yürütülen hareketlerin neseben belli bir silsileye (İmâmiyye imamları silsilesine) hasr edilmeyip yöresel olarak öne çıkan Ehli Beyt mensupları adın gerçekleştirildiği görülür. Ele aldığımız son dönemde gerçekleştirilen isyan hareketleri genel olarak değerlendirilecek olursa  Abbâsî yönetimine her halife atanmasında Ehli Beyt’ten birileri çıkarak insanları bîata davet etmiş, küçük veya büyük çapta isyan çıkarmışlardır. Son dört imam döneminde gerçekleştirilen isyan hareketleri genel olarak küçük çaplı olup Abbâsî devletini sarsacak nitelikte olmamıştır. Ehli Beyt menşeli olduğu kabul edilebilecek isyan hareketleri genel olarak halk tarafından benimsenmediği gibi halka da mal olmamıştır. Birkaç idealist denebilecek önderlerin rehberliğinde gerçekleştirilen hareketler liderin öldürülmesi, hapsedilmesi ya da kaçması ile genelde son bulmuştur. Aslında bu hareketlerin başlangıç noktası Ehli Beyt’i hak ettiği konuma getirme çabası gibi görünse de organize bir güç olmadıklarından ve taraftarlarının çoğu tecrübesiz olduklarından Abbâsî yönetiminin donanımlı orduları karşısında varlık gösterememişlerdir. Abbâsîler her defasında bu isyanları şiddetle bastırmış isyanın elebaşlarını hapsetmiş ya da öldürmüştür.

Ehli Beyt adına gerçekleştirilen isyanların genel karakteri, Özellikle ele aldığımız son dönemde gerçekleştirilen isyan hareketleri ile İmâmiyye imamlarının her hangi bir bağlantıların olduğu tespit edilememiştir. Özellikle yönetim tarafından sıkı bir şekilde kontrol edilen imamlar kendi adlarına da herhangi bir isyan hareketine girişmemişlerdir. Abbâsîler döneminde ekonomik, siyasî, dini ve toplumsal nedenlerle ayaklanmak isteyen bazı kesimler, isyanlarının temelinde farklı nedenler olsa da Ehli Beyt karizmasını kullanmışlar, istismar etmişlerdir. İsyanlarının haklı gerekçesi olarak Ehli Beyt’e yapılan baskı ve zulmü sunmuşlardır. Ehli Beyt’in nazara verilerek gerçekleştirildiği isyan hareketleri Âli Muhammed’den razı olunan birisine diye takdim edilmiştir. Daha çok isyan hareketinin önderleri Ehli Beyt neslinden olduklarından isyanlarına hem haklı bir gerekçe bulmuş hem de taraftarlarını arttırma imkânı bulabilmişlerdir. Bu duruma Mu’tasım döneminde Horasan civarında gerçekleşen Muhammed b. Kasım isyanı gösterilebilir. Yine bu süreç içerisinde Ehli Beyt kaynaklı isyan hareketlerinin bazısı intikam alma duygusu gerçekleştirilmiştir. Örnek olarak Musta’in Billâh devrinde patlak veren Yahya b. Ömer isyanında gerekçe olarak kendine yapılan baskı, zulüm neticesinde intikam almak için girişilen bir hareket olduğu görülür. Bazı isyanlar halkın Abbasî yönetimin bazı uygulamalarından rahatsız olduklarından dolayı gerçekleştirilmiştir. Örnek olarak Musta’in Billâh devrinde meydana gelen Hasan b. Zeyd isyanıdır. Deylem mıntıkasında halkın mera olarak kullandığı sınırın Abbasî komutanlarından İbn Tâhir’e verilmesine halk tepki göstermiş, Ehli Beyt neslinden Hasan b. Zeyd’e biat ederek isyan etmişlerdir. Abbâsî halifesi Me’mun’un kendisinden sonra Ali erRızâ’yı halife olarak belirleyip damat edinmesi, kızını Muhammed elCevâd’a vermesinde ince bir siyaset vardır. Belki de Abbasî Devleti devam ettikçe bu tür mücadeleelerin devam edeciğini bu yüzden Ali Fâtıma evladından birinin halife olması ile Ehli Beyt’in karizmatik şahsiyetinin halk üzerindeki daha tesirli olacağını düşünmüş olmalıdır. Me’mun ve Mutasım bazı Şiî söylemleri desteklemiş ve Ehli Beyt’e değer vermiştir. Me’mun’un Ehli Beyt’e olan sıcak tavrından dolayı kimileri ona karşı çıkmışsa da Me’mun’un bu konudaki gayreti göz ardı edilmemelidir. Ali b. Muhammed elHâdî, hayatının çoğunu Samarra’da gözaltında geçirmiştir. Bu dönem Şiîlere baskının arttığı dönemdir. Yine bu dönemde Şiîlerce kutsal sayılan mekânlar Mütevekkil tarafından tahrif edilerek ziyareti yasaklanmıştır. Bu uygulamalar büyük ölçüde imamla taraftarlarının irtibatını güçleştirmiştir. Abbasî halifelerinden Mu’tezz devri, Şiîler’e baskının arttığı ayrı bir dönemdir. Hayatının büyük bir kısmını Samarra’da göz hapsinde geçiren Hasan elAskerî’nin kapısının Şiîlere bile kapalı olduğu söylenebilir”.( Ehl-İ Beyt Adına Yürütülen Siyasî Hareketlerin Genel Karakteristiği Bağlamında Abbâsî Yönetiminde İmamların Varlık Mücadeleleri

Yakup Keskin*Sayfa 26-27)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder