ŞİİLERİN TARİH VE HADİS KURGULAMA
ÖRNEKLERİ İLE ETKİLEME ALANLARI.
Hz Peygamberimizden sonra, sahabe
arasındaki ihtilaflar, Kerbela hadisesi gibi tarihi olaylar, yüz sene sonra kaleme alınmıştır. Bu alanlarda
kaynak yetersizliği olması nedeniyle Siyer ve İslam tarihçileri hadiseleri nakletmekte
olaylara
test etmeden çok esnek
davranmışlar ve önlerine gelen her bilgiyi, senedin sıhhatine rivayetin yönünü dikkate almadan nakletmişlerdir. Hatta öyle ki, güvenilmez
olduklarından hadis rivayetlerine itibar etmedikleri ravilerin, tarih
rivayetlerine itibar etmek durumunda kalmışlardır. Söz konusu kişilerin tarihi rivayetlerine yer vermezsek, eldeki bilgi az olur mantığı
ile ne yazık ki bu kişilerin tarihi rivayetlerine
itimat etmek durumunda kalmışlardır. Bu ravilerin kimler olduğu ve hangi sırada rivayet ettiği hususuna gelince;
Sıffın savaşı ile ilgi en çok kaynak gösterilen kişi yalancı olduğu
bilinen Ebu Muhannef azılı bir şiidir. Sahabe
ile ilgili en çok rivayet eden sahabe düşmanı olarak bilinen etrafta
yalancılığı ile nam salan Hişam bin
Muhammed bin es Saib el Kelbi yine azılı bir şiidir. Dolayısıyla bugün bütün
İslam dünyasında bu konularla ilgili rivayetlerin büyük bir çoğunluğu bu
kişilerden gelmedir. Bu rivayetler acılı tarihin Kerbelanın yaşanmasından yüz
yıl sonra yapılmıştır. HZ Hüseyin’i
Kufe’ye davet edip davetlerinin arkasında durmayan ihanet şebekelerinin kerbela
sonrası suçluluk duygularını bastırmak vicdanlarını rahatlatmak amacıyla
duygusallığın en ileri aşaması kullanarak yaktıkları ağıtların, uydurulan
destanların toparlanmasıdır. Bulundukları
ortamda kendilerini güçlü kılacak, anlayışların öne çıkartıldığı, eformasyonun en zayıf dönemlerinde en küçük
olayların bile çok kolay bir şekilde dezenforma edildiği bir ortamda, dilden
dile anlatılan olayların, en az bir asır sonra, sun'i bir tarih
kurgulama metodunun, Tarih Kitabına
dönüşümüdür. Bütün olayların merkezine
Şiiliğin yerleştirildiği bir anlatım şeklini, “Şii bakış açısından kaleme alınan bütün
eserlerde görmek mümkündür. Öyle ki, özellikle Emeviler devrinde, neredeyse
Haşimi muhalefet cephesinde tezahür eden oluşumun büyük bir kısmı sanki
Şiilikmiş gibi gösterilmesi bunun açık örneğidir. İşin en ilginç yönü de geçmişteki olaylarla
Şiiliği irtibatlandırabilmek için uydurulan rivayetlerin, büyük bir kısmı, Şii
olmayan tarihçilerin pek çoğu; o dönemlerdeki tarih anlayışı çerçevesinde
bulabildikleri malzemeyi hiç araştırma yapmadan olduğu gibi hiç tereddüt
duyulmaksızın benimsenmiş ve kitaplarına almışlardır. İşte bu yüzden bugün şii
olmayan İslam âleminde gerçek tarihi anlama konusunda zengin kaynakları
bulunmamaktadır. Şunu da bilmek gerekir ki; Şii tarih kitaplarında bir birine
taban tabana zıt olayları görmek mümkündür.” (Prof. Dr. Hasan Onat’ın
eserlerinden faydalanılmıştır).
Bu rivayetlerinden daha sonraları Mesudi ile Yakubi nin yine aynı
konuları kaleme aldığı Mürucu'z Zeheb adlı tarih kitabıdır ki
yine bu kişiler de diğerleri gibi asla güvenilmez, emin olmayan kişilerdir.
Bunlardan gelen rivayetler zehirli bir ok gibidir. Çok dikkat edilmesi gerekir. Yani bu rivayet; Hz Peygamberin en yakınlarının dostlarının
akrabalarının, hanımlarının ve arkadaşlarının bir anda düşmana dönüşümünü
sağlayan metinlerdir. Yalan ve uydurma rivayetleri merkeze oturtanlar, bu mealde yüz binlerce hadis uyduracak, Kuran’a tezat olan
bu hadislerin gerçekliğini de,
yine Kuran’ı en iyi anlayan kişilere, kendilerine uygun bir metotla teyit ettirmişlerdir!. Kuleyni’nin
El Kafi’sinde olduğu gibi!.. Bazı şii âlimleri, Kuleyni’nin
el-Kâfi’yi İmam Kâim (Mehdi aleyhisselam)’a arzettigi ve İmamın da bu eserin
güzel olduğunu belirttiği ve << Sia’mız için kâfidir>>. Dediği
inancındadırlar. (Ravdatu’l Cennat sh.533)” (Usul-u Kâfi/Önsöz sayfa XI.) Yani, Kuley’ni, Şiilerce en itibar edilen
hadis alimi olarak kabul edilir. Onun derlediği El Kafi’yi, güya kayıp olan
yani çocukken bir mağaraya girip oradan kaybolan ve kıyamete yakın bir zamanda
mehdi olarak geleceğine inanılan (Kaim )
e bu kitap sunulmuş. O da bu kitabı okumuş,
onaylanmıştır. Dolayısıyla hem Allah’ın, hem
de Mehdi’nin onayından geçen bu kitap, nas
hükmünde olacağından kimse
tarafından sorgulanamayacaktır. Bu metotla içinde binlerce yalan ve iftiranın
bulunduğu bir kitap sorgulanamaz hale getirilmektedir.
Daha sonraları yukarda isimleri gecen yalancıların rivayetlerinden
Taberi, Hafız
İbn Asakir, İbn Kesir gibi tarihçiler bu hadiselerde rivayet toplama ve derleme yoluna
giderek bunlardan da nakiller almışlar ve maalesef eserlerine güvenilmez bazı hususları
koymuşlardır. Güvenilir kişilerin güvenilmeyen kişilerden zayıf rivayetleri
almasının açıklamasını Muinuddin el
Hatib bakınız nasıl yapmış?
"Taberi ve onun gibi güvenilir
âlimlerin zayıf rivayetleri zikretmedeki durumları bu zamandaki kadıların
durumu gibidir. Şöyle ki, onlar bir meseleyi araştırmak istediklerinde, her
şeyin kendi kıymetine göre değerlendirileceğine güvenerek bu mesele ile ilgili ellerine ulaşan, delil
olabilecek bütün meseleleri bir kısmın zayıf ve değersiz olduklarını
bilmelerine rağmen toplarlardı. İşte Taberi ve seleften büyük tarihçiler ilmin bazı meselelerini bazı noktalardan
olsan bile kaçırma endişesi ile nakledenin durumunun zayıf olduğunu bildikleri
halde nakletmeyi ihmal etmiyorlardı. Ancak, onlar her rivayeti senedi
ile birlikte zikrederlerdi ki okuyucu haberin kuvvetliliğini ravilerin
sağlamlığından, zayıflığını da ravinin güvenilir olmayıp zayıf olduğundan
anlasın. Böylece, emaneti eda ettiklerine ve ellerine ulaşan her şeyi
okuyucuların önlerine serdiklerine kanaat ediyorlardı."
Daha sonra gelen tarihçilerden Suyuti Tarihi Hulefa'sına, Ebul Fida El Muhtasar fi Ahbari'l
Beşer adlı eserine, Abdulvahhab en
Neccar "El Hulefa ur Raşidun'a ve Şiblenci "Nur'ul Ebsar'ına ve diğerleri başka eserlere sağlam çürük ayırt etmeden bir sürü bilgiyi
boca etmişlerdir. Özellikle Nur'ul
Ebsar uydurma söz ve hadiselerle doludur.
İbn Esir
de aynı şekilde davranmış, sadece bilgileri toplamış ama süzgeçten
geçirmemiştir.
İbn-i
Kuteybe'nin yazdığı iddia edilen "El İmame ve's Siyase" adlı
kitap da bunlardandır. Sahabelerin hiçbirisini bırakmamış ve bütün
faziletlerini yıkmış olan bu eserin İbn Kuteybe gibi bir büyük dimağa ait
olduğunu düşünmek de güçtür. Kadı
Ebubekir İbnül Arabî “El Avasım Minel Kavasım kitabında İbn-ül Hacer el Heytemi, Tathîr’ul
Cenan’ında bu eseri şiddetle tenkid etmiş ve onun İbn-ül Kuteybe’ye ait
olduğuna şüpheyle bakmışlardır. Muhibiddün
el Hatip de bu kitabın kötü niyetli birileri tarafından İbnül Kuteybe’ye
isnad edildiğini belirtmektedir. “Muhammed Salih Ekinci”
Hadis
rivayetlerinde her hangi bir kaçağa izin vermemek için özelikle senetler konusunda gösterdikleri
hassasiyetin bir kısmını bile, tarih
ravileri konusunda gösteremeyen
alimlerimiz, Tarih konusunda önlerine gelen rivayetleri almaktan imtina etmemiş
olsalar Tarihe gerekli hassasiyeti
gösterebilselerdi bugün tarihi geçmiş daha açık ve net anlaşılacaktı.
Dolayısıyla bugün tarihle ilgili yaşanan kaosun çoğu görülmeyecekti. Ayrıca,
günümüz Müslümanlarının, dinin
kaynakların yorumunu kurgulanan tarih
perspektifinden yapanların oyununa gelmesi engellenmiş olacaktı.!
Çok şükür ki dinin asıl kaynakları hala dim dik
ayakta.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder