Konumuz Ehlibeytin Sahabeyi
nasıl gördüğü konusu iken önce, sahabe kime denir? Ya da Sahabe deyince biz
neyi anlıyoruz un cevabını bulmak gerek. Ancak, bu konu ile alakalı farklı
görüşler mevcuttur. Biz bu farklı görüşlerin içine derinlemesine girmeden kısaca
en itibar edilenlerden örnekler verecek olursak;
Allah Resulünü (s.a.v.) risalet vazifesinin başlangıcından Ezeli ve
Ebedi dostu olan Allah Tealaya irtihal edişine kadar devam eden süreç
içerisinde mümin olarak gören ve o hal üzere vefat eden kişilere sahabe
denmiştir.
Sahabe
sayılabilmek için az da olsa Resulullah ile görüşmek şarttır
Ashab'ın
İslâm'a girişleri ve hizmetleri, İslâm uğruna çektikleri çileler ve
gösterdikleri çabalar, hicretler ve gazvelerdeki durumlarının üstünlüğü yanı
sıra; her şeye rağmen birer insan oldukları da göz önünde bulundurulduğunda, Ashabın
hepsinin birbiri ile aynı değerde olmayacağı aşikârdır. Bu bakımdan, farklı
görüşler de bulunmakla beraber derece itibâriyle Ashab-ı kirâm genellikle on
iki tabakaya ayrılmıştır:
1. Aşere-i mübeşşere (Cennet'le müjdelenen on sahabî ki bunların başında ilk dört halife gelir) ve Hz. Hatice, Hz. Bilâl gibi ilk Müslüman olanlar,
2. Hz. Ömer'in Müslüman oluşu sırasında müşriklerin Dâru'n-Nedve'de durum müzakeresi yaptıkları zamana kadar Müslüman olanlar,
3. I. ve II. Habeşistan hicretine katılan ashab,
4. I. Akabe Bey'atı'nda bulunan sahabeler,
5. II. Akabe Bey'atı'na katılanlar,
6. Peygamber Efendimiz, hicreti sonunda Kubâ'ya geldiği zaman orada
Resulullah'a kavuşup Medine'ye yerleşen muhacirler,
7. Bedr Gazvesi'ne katılan Ashabı Kirâm,
8. Bedr Savaşı ile Hudeybiye Musâlahası arasında hicret edenler,
9. Hudeybiye'de yapılan Bey'atü'r-Rıdvân'a* katılanlar,
10. Hudeybiye Musâlahası ile Mekke fethi arasında hicret edenler,
11. Mekke'nin fethedilmesi üzerine Müslüman olan Kureyşliler,
12. Hz. Peygamber'i Mekke Fethi sırasında, Vedâ Haccı'nda veya bir başka yerde gören çocuklar (Hâkim en-Neysâbûrî, Ma'rifetü Ulûmi'l-Hadîs, Beyrut 1977 s. 22-24)
Diğer taraftan Ashab arasında büyük değeri haiz olanlar, Muhacirun (Mekke Fethi'ne kadar Medine'ye hicret edenler) ve Ensar (Hz. Peygamber'e ve Müslümanlara kucak açıp destek olan Medineli Müslümanlar) diye adlandırılan iki temel zümre olmuştur .
İslâm âleminde, Ashab'ın faziletine, menkıbelerine ve hayatlarına dair bir çok eser yazılmıştır. Bunlar içerisinde en hacimli ve muhtevalısı, İbn Hacer el-Askalânî'nin (ö. 852) el-İsâbe fi Temyîzi 's-Sahabe adlı kitabıdır. Bunun dışında şu iki kaynak da büyük önem taşımaktadır:
İbn Abdilberr (ö. 463), el-İstîâb fî Ma'rifeti'l-Ashab;
İbnu'l-Esîr (ö. 630), Üsdu'l-Gâbe fî Ma'rifeti's-Sahabe
1. Aşere-i mübeşşere (Cennet'le müjdelenen on sahabî ki bunların başında ilk dört halife gelir) ve Hz. Hatice, Hz. Bilâl gibi ilk Müslüman olanlar,
2. Hz. Ömer'in Müslüman oluşu sırasında müşriklerin Dâru'n-Nedve'de durum müzakeresi yaptıkları zamana kadar Müslüman olanlar,
3. I. ve II. Habeşistan hicretine katılan ashab,
4. I. Akabe Bey'atı'nda bulunan sahabeler,
5. II. Akabe Bey'atı'na katılanlar,
6. Peygamber Efendimiz, hicreti sonunda Kubâ'ya geldiği zaman orada
Resulullah'a kavuşup Medine'ye yerleşen muhacirler,
7. Bedr Gazvesi'ne katılan Ashabı Kirâm,
8. Bedr Savaşı ile Hudeybiye Musâlahası arasında hicret edenler,
9. Hudeybiye'de yapılan Bey'atü'r-Rıdvân'a* katılanlar,
10. Hudeybiye Musâlahası ile Mekke fethi arasında hicret edenler,
11. Mekke'nin fethedilmesi üzerine Müslüman olan Kureyşliler,
12. Hz. Peygamber'i Mekke Fethi sırasında, Vedâ Haccı'nda veya bir başka yerde gören çocuklar (Hâkim en-Neysâbûrî, Ma'rifetü Ulûmi'l-Hadîs, Beyrut 1977 s. 22-24)
Diğer taraftan Ashab arasında büyük değeri haiz olanlar, Muhacirun (Mekke Fethi'ne kadar Medine'ye hicret edenler) ve Ensar (Hz. Peygamber'e ve Müslümanlara kucak açıp destek olan Medineli Müslümanlar) diye adlandırılan iki temel zümre olmuştur .
İslâm âleminde, Ashab'ın faziletine, menkıbelerine ve hayatlarına dair bir çok eser yazılmıştır. Bunlar içerisinde en hacimli ve muhtevalısı, İbn Hacer el-Askalânî'nin (ö. 852) el-İsâbe fi Temyîzi 's-Sahabe adlı kitabıdır. Bunun dışında şu iki kaynak da büyük önem taşımaktadır:
İbn Abdilberr (ö. 463), el-İstîâb fî Ma'rifeti'l-Ashab;
İbnu'l-Esîr (ö. 630), Üsdu'l-Gâbe fî Ma'rifeti's-Sahabe
Bir başka
ifadeyle sahabe; Tabiinden olan Said b. Musayyib, sahabenin bir veya iki yıl
peygamber ile birlikte bulunan bir veya iki savaşta onunla birlikte savaşan
kimse olduğunu söylemektedir.
Eş’ariye
fırkasının mütekellimlerinden olan Bakelani ise şöyle demektedir: “Ümmet
arasında yerleşen örfe göre sahabe, peygamberle uzun süre beraber olan
kimsedir. Sadece birkaç saat peygamberle kalan peygamber ile birlikte birkaç
adım yol yürüyen ve hadis işiten kimse sahabe değildir.”
Bu görüşlerin dışında farklı
görüşlerin olduğu malum. Ancak, asıl olan Allah Rasulü'nün bu konudaki
söyledikleridir. Hz Peygamberimizin bazı
hadislerindeki sahabe tarifi ile genel anlayıştaki sahabe tarifinin pek uyumlu
görülmediği bazı alimlerce ifade edilmektedir. Bunların ne olduğu ifade
edilirse ; Buhari ve Müslim'in ortaklaşa rivayet ettikleri bir hadiste
"Sizden biriniz Uhud dağı kadar altın infak etse Ashabım'dan birinin bir
müd hatta yarım müd sadakasına yetişemez" hadisinde, geçen "sizden
biriniz" diye hitap ettiği karşısındaki topluluk zaten onu gören ve onun
sohbetinde bulunan kimselerdi. Eğer sohbet ettiği zümre sahabe ise bunu onlara neden söyledi? O halde
Allah Rasulü'nün sahabem dediği kimseler
kendisini dinleyen sohbetinde bulunanların hepsi mi, yoksa bunlardan farklı
özellikleri olan kimseler miydi? " Yine Tirmizi’nin rivayet ettiği bir
hadiste Ashabına ta'n edenlere karşı söylediği "Ashabım hakkında
Allah'tan korkun Allah'tan" sözleriyle azarladıkları kimseler yine
başkaları değil, Hz Peygamberimiz döneminde inanmış onun sohbetinde bulunan
kimselerdi.
Bazı âlimler “Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine
tabii olursanız hidayete erersiniz” hadisinde kastedilen Ashabın yaklaşık 7 ile 60 civarında bugün içtihadı
bize ulaşan sahabeye yönelik olduğunu söylemektedirler.
İbn Kesîr, Sahabenin İncil ve
tevratta hangi vasıflarla anlatıldığını şöyle dile getirir. “Muhammed Allah'ın Rasûlüdür. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi
aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken,
secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki
vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu
kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi
üzerine dikilmiş bir ekine benzerler
ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara
mağfiret ve büyük mükâfat vaat etmiştir.”
Cenâb-ı Hak, Tevbe süresinde Ashâb-ı kirâmdan razı olduğunu ve
onlar için ebedi nimetler, saâdetler hazırladığını şöyle beyan ediyor:
“Muhacirlerden ve Ensardan İslam’a girmekte ilk önce geçenler ile bunlara güzelce tâbi olanlar… Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah’tan razı oldular. Allah onlara altlarından nehirler akan Cennetler hazırladı ki, içlerinde sonsuz kalacaklar. İşte büyük kurtuluş bu.” (Tevbe Sûresi, 100)
Yine aynı sürede Cenâb-ı Hak sahabe-i Kirâmı överek onların İslâm uğrunda can ve mallarıyla cihat ettiklerini ifade ediyor ve kendilerini hayır ve ihsan ile şöyle müjdeliyor:
“Lâkin peygamber ve emrindeki müminler mallarıyla, canlarıyla cihat ettiler. Bunları görüyor musun, bütün hayırlar işte onlar içindir. İşte bunlar kurtuluşa erenlerdir. Allah onlara altından nehirler akan Cennetler hazırladı. İçlerinde sonsuza dek kalacaklar. İşte o büyük kurtuluş budur.” (Tevbe Sûresi, 88-89)
“Muhacirlerden ve Ensardan İslam’a girmekte ilk önce geçenler ile bunlara güzelce tâbi olanlar… Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah’tan razı oldular. Allah onlara altlarından nehirler akan Cennetler hazırladı ki, içlerinde sonsuz kalacaklar. İşte büyük kurtuluş bu.” (Tevbe Sûresi, 100)
Yine aynı sürede Cenâb-ı Hak sahabe-i Kirâmı överek onların İslâm uğrunda can ve mallarıyla cihat ettiklerini ifade ediyor ve kendilerini hayır ve ihsan ile şöyle müjdeliyor:
“Lâkin peygamber ve emrindeki müminler mallarıyla, canlarıyla cihat ettiler. Bunları görüyor musun, bütün hayırlar işte onlar içindir. İşte bunlar kurtuluşa erenlerdir. Allah onlara altından nehirler akan Cennetler hazırladı. İçlerinde sonsuza dek kalacaklar. İşte o büyük kurtuluş budur.” (Tevbe Sûresi, 88-89)
Tevbe suresinin 40. âyetinde buyuruluyor
ki:
(Eğer siz ona (Resulullaha) yardım etmezseniz (ne önemi olur ki); ona Allah yardım etmiştir. Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına [Ebu Bekir’e] üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu.)
(Eğer siz ona (Resulullaha) yardım etmezseniz (ne önemi olur ki); ona Allah yardım etmiştir. Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına [Ebu Bekir’e] üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu.)
Bu âyette, Allah, Hz. Ebu Bekir’in,
Resulullahın sahibi yani arkadaşı olduğu bildiriliyor. Ayette sahibihi (Onun
arkadaşı) diye geçiyor. Eshab, arkadaşlar demektir. Demek ki Hz. Ebu Bekir’in
sahabiden olduğu âyetle sabittir
Sahabe hakkında daha birçok ayet-i kerime nâzil olmuştur.
Şia’nın sahabe görüşünden de
örnek verilirse; Rasulüllah'ın zamanında Hz. Ali'yi seven ve meşhur sakîfe
hadisesinde onun yanında yer alan huzeyfe b. El-yemân, huzeyme b. Sabit, ebu
eyyub el-ensarî, sehl b. Huneyf, osman b. Huneyf, bera b. Azib, übeyy b. Kal),
ebu zerr, ammar b. Yasir, mikdad b. Amr, selman-ı farisî gibi sayıları çok
fazla olmayan kimseleri sahabe sayar onları sever diğerlerine buğzederler.
Bütün bunlardan sonra Hz peygamberimizin
Veda Haccında yaklaşık 124 bin olduğu rivayet edilen topluluğa hitap ederken
onlara en az üç defa Ashabım dediğini biliyoruz.
Öyle anlaşılıyor ki
peygamberimiz en son veda haccına inanmış olarak katılanların iman üzere
olanların tamamı sahabesidir. Bu grubun içinde farklı zamanlarda farklı başarı
ve gayretlerinden dolayı Resulullahın övgüsüne mazhar olan çok fazla önem
verdiği grup ya da grupların olduğu bilinmektedir. Grup harici kişilerden
bunlara hak etmedikleri bir söz gelmesinden dolayı Hz Peygamberimiz bunları çok
ciddi bir şekilde savunmuştur. Bazılarınca sahabe sanki sadece bu özel övgüye
mazhar olan grubun içindeki kişilermiş gibi algılanmaya sebep olmuşsa da, Hz
Peygamberin kendi döneminde yaşayan iman ehlinden olan sohbetine katılanların
tamamını da genelleyici ve kuşatıcı sözlerle koruma altına aldığını
kesindir.
Mesela; olumsuz olayların içine
karışanlara bile, bir şey söylenmesini yasaklamıştır.
(Eshabım arasında fitne
çıkacak, o fitnelere karışanları, Allahü teâlâ benimle olan sohbetleri
hürmetine af ve mağfiret edecektir. Sonra gelenler, bu fitnelere karışan
Eshabıma dil uzatarak Cehenneme girecektir.) [Müslim]
Yine sahabenin bütününü kavrayıcı sözleri;
“Benim sahabelerim âdildirler.”
“Bir kimse sahabeyi severse beni sevdiği için sever. Onlara düşmanlık eden de bana düşmanlığından dolayı düşmanlık eder.”
“Benim sahabelerim âdildirler.”
“Bir kimse sahabeyi severse beni sevdiği için sever. Onlara düşmanlık eden de bana düşmanlığından dolayı düşmanlık eder.”
(Eshabımı kötüleyen hariç, Kıyamette, herkesin kurtulma ümidi
vardır.) [Hakim]
Sahabenin bütünün övüldüğü ve onlara düşmanlık yapılmaması
gerektiği konusunda başka hadislerde mevcuttur.
Bir de sahabe içinde yer alıp, onlarla
oturup kalkan, zaman zaman menfaatleri icabı onlarla savaşa katılan ortamını
buldukça Müslümanlar arasında fitne çıkarmaya çalışan, farklı ortamlarda Hz
Peygamberimizle alay eden İslamlaşamamış münafıklar
mevcuttur. Bunlar islamı kabul ettikten
sonra münafıklaşanlar değil, İslam içinde görünen İslamlaşamamış münafıklardır.
Gerçek yüzleri savaş zamanları ve fitne ortamlarını yakaladıkları an ortaya
çıkmaya başlamıştır. Sayıları zaman zaman 300’ü bulduğu olmuştur. Hendek
savaşında ihanetlerinde zirve yapmışlardır. Bunlar sahabe değillerdir. Bunlarla
ilgili Münafikun
suresi nazil olmuştur. Müslümanlar
bunlardan hiçbirini sahabeden saymazlar. Bunun aksini iddia edenler varsa ki
vardır. Bunlar sahabe saygınlığını yok etmeye çalışan takiyyeci ve
iftiracılardır.
Bu
kadar hadis ve ayeti anlamak istemeyen ya da tevil ederek farklı anlamlar
yükleyen zihniyetlerle bu ve başka konuda tartışmaya gerek de yoktur. Çünkü tartışmada
edep sınırına dikkat etmezler, delil saydıkları yüzlerce kaynak aynı zihniyetin
dedeleri tarafından kurgulanmış belgelerdir. Sahih kaynaklardan delil diye
ortaya koydukları metinleri incelediğinizde, bütün bir sayfanın altını üstünü
kırpılarak delil oluşturduklarını hakikat ile mevzu ile alakası olmadığını
görürsünüz. En doğru şey bu konuları merak edenin kendisi bir fiil sahih
kaynaklardan araştırması yoksa kötü niyetlilerin oyununa gelmek hiçten bile
değil.
Sahabe
ile ilgili ileri geri söylem geliştirmek bugünün adetlerinden de değildir. İlk
fitnenin neticesi gelişen siyasi olayların alanından kaydırılarak meselenin
dinsel zemine taşınması dinsel anlam kazandırılmaya başlanmasından beri devam
etmektedir.
İslam büyükleri bu konuda kendilerine sorulan sorulara verdikleri cevaplara
bakarsak; İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Âişe ile Hz. Ali arasında cereyan eden
vakadan sorulunca şöyle cevap vermiştir.
BAKARA
- 134: O bir ümmettir ki gelip geçti. Kazandıkları işler kendilerine aittir,
sizin kazandıklarınız da size aittir. Siz onların yaptıklarından sorumlu
değilsiniz.” mealindeki âyet-i kerimeyi okuyarak soruyu cevaplamıştır.
Beyhaki İmam Şafî’den rivayet
ediyor : “ ALLAH Tebarake ve Teala, Resulüne tabi olan Ashabı Kur’an, Tevrat ve
İncil’de övmüştür Onlardan sonra da bu şerefe ulaşacak hiçbir kimse
olmayacaktır Bundan dolayı ALLAH onlara rahmet etmiş, onları sıddıkların,
şehitlerin ve Salihlerin mertebelerine yükseltmiştir” ( Menakibu-ş Şafî c:1-
sf/442
Ahmet b. Muhammed b. Süleyman et-Tüsterî'nin Ebu Zur'a er-Râzi'den
rivayet ettiği şu sözler çok önemlidir. “Ashab-ı Kiramın kusurlu olduklarını
iddia eden birini gördün mü, bilki, o zındıktır. Çünkü bizim nezdimizde
Rasulullah haktır. Kur'ân haktır. Kur'ân-ı ve sünneti bize nakleden
Rasulullah'ın Ashabıdır. Bu zındıklar ise, kitap ve sünneti iptal etmek için Ashab-ı
kiramı cerh ediyorlar. Oysa cerhe müstahak olan kendileridir. Zîra
zındıktırlar.” (cerh; Ravide adalet ve zapt sıfatlarından birinin veya ikisinin
eksikliğini ortaya koyarak, onun zayıf olduğunu belirtmek)
Onlara en yakın dönemde
yaşamış büyük İslam alimleri bile bunları söylerken, aradan 1400 küsür yıl
geçmiş bugünkü nesle bu konuda kötü bir şey söylemek düşer mi?!....
Sahabeler arasında olan fitneye bu zamanda
yalnız fitne ehli burnunu sokar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder