YALANCI
Şİİ RAVİLER VE BUNLARDAN FAYDALANAN İSLAM ALİMLERİ
Hz
Peygamberimizden sonra, sahabe arasındaki ihtilaflar, Kerbela hadisesi gibi tarihi
olaylar, yüz sene sonra kaleme alınmıştır.
Bu alanlarda kaynak yetersizliği olması nedeniyle Siyer ve İslam tarihçileri
hadiseleri nakletmekte olaylara test etmeden çok esnek davranmışlar ve önlerine gelen her bilgiyi, senedin sıhhatine rivayetin yönünü dikkate almadan nakletmişlerdir. Hatta
öyle ki, güvenilmez olduklarından hadis rivayetlerine itibar etmedikleri
ravilerin, tarih rivayetlerine itibar etmek durumunda kalmışlardır. Söz konusu
kişilerin tarihi rivayetlerine yer vermezsek, eldeki bilgi az olur mantığı
ile ne yazık ki bu kişilerin tarihi rivayetlerine
itimat etmek durumunda kalmışlardır. Bu ravilerin kimler olduğu ve hangi sırada rivayet ettiği hususuna gelince;
Sıffın savaşı ile ilgi en çok kaynak gösterilen kişi yalancı olduğu
bilinen Ebu Muhannef azılı bir şiidir. Sahabe
ile ilgili en çok rivayet eden sahabe düşmanı olarak bilinen etrafta yalancılığı
ile nam salan Hişam bin Muhammed bin es
Saib el Kelbi yine azılı bir
şiidir. [1]
Sahabe konusunu nakleden söz konusu kişi ile ilgili İslam alimleri; “Sahabeler hakkında nakledilen kötü şeyler ve onlara
tân teşkil eden hakaretlerin çoğu yalandır. O tür nakillerin tamamı ya yalandır
ya da tahrif edilmiştir. Onlara fazladan sözler katılarak ve bir kısım ifadeler
de çıkartılarak yalanlar ve hakaretlere dönüşmüştür. Onları Ebu Mihnef Lût bin
Yahya, Hişam bin Muhammed bin Said el-Kelbî gibimeşhur yalancılar rivayet
etmişlerdir. El-Kelbî bu hususta insanların en yalancısıdır. Kendisi Şii’dir.
Babasından o da Ebu Mihnef’ten rivayet eder.
Oysa bunların ikisinin de muhaddisler tarafından hadisleri reddedilmiştir ve
yalancıdırlar.”[2] Dolayısıyla bugün bütün
İslam dünyasında bu konularla ilgili rivayetlerin büyük bir çoğunluğu bu
kişilerden gelmedir. Bu rivayetler acılı tarihin Kerbelanın yaşanmasından yüz
yıl sonra yapılmıştır. HZ Hüseyin’i
Kufe’ye davet edip davetlerinin arkasında durmayan ihanet şebekelerinin kerbela
sonrası suçluluk duygularını bastırmak vicdanlarını rahatlatmak amacıyla
duygusallığın en ileri aşaması kullanarak yaktıkları ağıtların, uydurulan
destanların toparlanmasıdır. Bulundukları
ortamda kendilerini güçlü kılacak, anlayışların öne çıkartıldığı, eformasyonun en zayıf dönemlerinde en küçük
olayların bile çok kolay bir şekilde dezenforma edildiği bir ortamda, dilden
dile anlatılan olayların, en az bir asır sonra, sun'i bir tarih
kurgulama metodunun, Tarih Kitabına
dönüşümüdür. Bütün olayların merkezine
Şiiliğin yerleştirildiği bir anlatım şeklini, “Şii bakış açısından kaleme alınan bütün
eserlerde görmek mümkündür. Öyle ki, özellikle Emeviler devrinde, neredeyse
Haşimi muhalefet cephesinde tezahür eden oluşumun büyük bir kısmı sanki Şiilikmiş
gibi gösterilmesi bunun açık örneğidir.
İşin en ilginç yönü de geçmişteki olaylarla Şiiliği irtibatlandırabilmek
için uydurulan rivayetlerin, büyük bir kısmı, Şii olmayan tarihçilerin pek
çoğu; o dönemlerdeki tarih anlayışı çerçevesinde bulabildikleri malzemeyi hiç
araştırma yapmadan olduğu gibi hiç tereddüt duyulmaksızın kitaplarına
almışlardır. İşte bu yüzden bugün şii olmayan İslam âleminde gerçek tarihi
anlama konusunda zengin kaynakları bulunmamaktadır. Şunu da bilmek gerekir ki;
Şii tarih kitaplarında bir birine taban tabana zıt olayları görmek mümkündür.”
(Prof. Dr. Hasan Onat’ın eserlerinden faydalanılmıştır).
Bu
rivayetlerinden daha sonraları Mesudi ile Yakubi nin yine aynı konuları kaleme aldığı Muruc-uz Zeheb adlı tarih kitabıdır ki yine bu kişiler
de diğerleri gibi asla güvenilmez, emin olmayan kişilerdir.
Bunlardan gelen rivayetler zehirli bir ok gibidir. Çok dikkat edilmesi gerekir. Yani bu rivayet; Hz Peygamberin en yakınlarının dostlarının
akrabalarının, hanımlarının ve arkadaşlarının bir anda düşmana dönüşümünü
sağlayan metinlerdir. Yalan ve uydurma rivayetleri merkeze oturtanlar, bu mealde yüz binlerce hadis uyduracak, Kuran’a tezat olan
bu hadislerin gerçekliğini de,
yine Kuran’ı en iyi anlayan kişilere, kendilerine uygun bir metotla teyit ettirme yoluna gitmişlerdir!. Kuleyni’nin
El Kafi’sinde olduğu gibi!.. Bazı şii âlimleri, Kuleyni’nin el-Kâfi’yi İmam Kâim
(Mehdi aleyhisselam)’a arzettigi ve İmamın da bu eserin güzel olduğunu
belirttiği ve << Sia’mız için kâfidir>>. Dediği inancındadırlar.[3] (Ravdatu’l Cennat
sh.533)” (Usul-u Kâfi/Önsöz sayfa XI.) Yani,
Kuley’ni, Şiilerce en itibar edilen hadis alimi olarak kabul edilir. Onun
derlediği El Kafi’yi, güya kayıp olan yani çocukken bir mağaraya girip oradan
kaybolan ve kıyamete yakın bir zamanda mehdi olarak geleceğine inanılan (Kaim ) e bu kitap sunulmuş. O da bu kitabı
okumuş, onaylanmıştır. Dolayısıyla hem Allah’ın, hem de Mehdi’nin
onayından geçen bu kitap, nas
hükmünde olacağından kimse
tarafından sorgulanamayacaktır. Bu metotla içinde binlerce yalan ve iftiranın
bulunduğu bir kitap masumlaştırılarak sorgulanamaz hale getirilmektedir.
Daha sonraları yukarda
isimleri gecen yalancıların rivayetlerinden Taberi, Hafız İbn Asakir, İbn Kesir gibi tarihçiler de daha sonraları söz konusu
yalancılardan rivayet toplama ve
derleme yoluna gitmişler bunlardan da nakiller alarak, maalesef ki eserlerine güvenilmez bazı hususları koymuşlardır. Güvenilir kişilerin
güvenilmeyen kişilerden zayıf rivayetleri almasının açıklamasını Muinuddin el Hatib bakınız nasıl yapmış?
"Taberi
ve onun gibi güvenilir âlimlerin zayıf rivayetleri zikretmedeki durumları bu
zamandaki kadıların durumu gibidir. Şöyle ki, onlar bir meseleyi araştırmak
istediklerinde, her şeyin kendi kıymetine göre değerlendirileceğine güvenerek bu mesele ile ilgili ellerine ulaşan, delil
olabilecek bütün meseleleri bir kısmın zayıf ve değersiz olduklarını
bilmelerine rağmen toplarlardı. İşte Taberi ve seleften büyük tarihçiler ilmin bazı meselelerini bazı noktalardan
olsan bile kaçırma endişesi ile nakledenin durumunun zayıf olduğunu bildikleri
halde nakletmeyi ihmal etmiyorlardı. Ancak, onlar her rivayeti senedi
ile birlikte zikrederlerdi ki okuyucu haberin kuvvetliliğini ravilerin
sağlamlığından, zayıflığını da ravinin güvenilir olmayıp zayıf olduğundan
anlasın. Böylece, emaneti eda ettiklerine ve ellerine ulaşan her şeyi
okuyucuların önlerine serdiklerine kanaat ediyorlardı." [4]
Daha
sonra gelen tarihçilerden Suyuti
Tarihi Hulefa'sına, Ebul Fida El
Muhtasar fi Ahbari'l Beşer adlı eserine, Abdulvahhab en Neccar "El Hulefa ur Raşidun'a ve Şiblenci "Nur'ul Ebsar'ına ve
diğerleri başka eserlere sağlam çürük
ayırt etmeden bir sürü bilgiyi boca etmişlerdir. Özellikle Nur'ul Ebsar uydurma söz ve
hadiselerle doludur.
İbn Esir de aynı şekilde davranmış, sadece bilgileri
toplamış ama süzgeçten geçirmemiştir.
İbn-i Kuteybe'nin yazdığı iddia edilen "El İmame ve's Siyase" adlı kitap da bunlardandır.
Sahabelerin hiçbirisini bırakmamış ve bütün faziletlerini yıkmış olan bu eserin
İbn Kuteybe gibi bir büyük dimağa ait olduğunu düşünmek çok güçtür. İbni
kuteybenin bütün eserlerini inceleyenler, söz konusu kitabın İbni Kuteybeye ait
olacağı konusuna en basit örneği ile şüphe ile yaklaşmaktadırlar. Büyük bir
kısmı da şüphenin ötesinde kesinlikle ibni kuteybe dışında biri yada birileri
tarafından tezgahlandığına inanılmaktadır. Çünük ibni kuteybe büyük bir
isimdir. Sahabenin kötülenmesi hususunun
inandırıcı olmasını sağlamak için karalama kitabına onun adı verilmiştir.
Mesela Kadı Ebubekir İbnül Arabî
“El Avasım Minel Kavasım kitabında İbn-ül
Hacer el Heytemi, Tathîr’ul Cenan’ında bu eseri şiddetle tenkid etmiş ve
onun İbn-ül Kuteybe’ye ait olduğuna şüpheyle bakmışlardır. Muhibiddün el Hatip de bu kitabın kötü
niyetli birileri tarafından İbnül Kuteybe’ye isnad edildiğini belirtmektedir.
“Muhammed Salih Ekinci”
Hadis rivayetlerinde her hangi bir kaçağa izin
vermemek için özelikle senetler konusunda gösterdikleri
hassasiyetin bir kısmını bile, tarih
ravileri konusunda gösteremeyen
alimlerimiz, Tarih konusunda gerekli
hassasiyeti gösterip önlerine gelen rivayetleri almamış olsalardı bugün tarihi geçmiş daha açık ve net
anlaşılacaktı. Dolayısıyla bugün tarihle ilgili yaşanan kaosun çoğu
görülmeyecekti. Ayrıca, günümüz Müslümanlarının, dinin kaynakların yorumunu kurgulanan tarih perspektifinden yapanların oyununa
gelmesi engellenmiş olacaktı.!
Çok şükür ki, tarih kitaplarına yansıyan iftira ve yalanlar dinin asıl
kaynaklarına dokunamamıştır. Çok şükür onlar hala dim dik ayakta.
“İmam Malik rahimehul-lah’a
Râfızîler(ehlibeyt yanlısı görünüp islama ilavler yapan, ana mecradan
uzaklaştırmaya çalışan ve fitne cıkaranalar)
soruldu. Dedi ki: “Onlarla konuşma ve
onlardan rivâyet etme! Zira onlar yalan söylerler.” Yine İmam Malik dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in ashabına sövenlerin İslam’dan nasibi yoktur.
[1] Hafız Abdullah Muhammed b. Osman- Ez-Zehebi,
Muntaka adlı eseri Fasl-ul Hitap. Muhammed Salih Ekinci
[2] Minhacü’s-Sünne,
C:3, S:39)
[3] (Ravdatu’l Cennat sh.533)”
(Usul-u Kâfi/Önsöz sayfa XI
(5) Kadı Ebubekir İbnül Arabî “El Avasım Minel Kavasım kitabı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder