İSLAM DÜŞMANLARINCA ÜRETİLEN BELGELERE KARŞIN HİÇ AKIL YÜRÜTÜLMEZ Mİ?
Günümüzde Hz Peygamberimizin
aleyhine İslam düşmanlarınca çok çeşitli yalan, iftira ve karikatürler
üretilmektedir. Bugün ya da üç beş asır sonra bu karikatürleri, uydurulan
yalanlara ulaşan, okuyan birilerinin, bunları tarihi bir belge olarak kabul
etmesi, ya da birilerinin onu delil diye ortaya sürülmesi vicdani mi dir?
Bunları insanların gözüne gözüne delil diye sunmaya kalkışanların iyi
niyetine inanılır mı? Elbette ki hayır. Bunu
ileri süren düşüncede zaten iyi niyet ve vicdan aranmaz da, kendini
hakikati arayan biri olarak tanımlayanların da bu tür sahtekârlıklara dört elle
sarılması bir o kadar akli ve vicdanı değildir. Hakiki vicdan sahibi bir insan
bu tür iddialar karşısında ya bunu doğrudan reddetmeli ya da meseleyi bütün
yönleriyle iyice tetkik etmelidir. İftiranın uçunda Hz Peygamber var diye
değil, kim olursa olsun aynı duyarlılığın gösterilmesi gerekmez mi? Pey iki bu
tetkiki nasıl yapmalıdır?
Önce iftira atılan şahsın ya da
sahışların hayatlarını incelediğinde; Hayatlarının en güçlü ve vahşi
dönemlerinde, nefislerinin arzu ettiği
bir ortamı gönlünün istediği gibi yaşarken, konjöktör olarak kabul edilmesi
kolay olmayan bir inancı, bütün tehlikelere gögüs gererek kabul edip, onun için
evinden ocağından coluğundan çocuğundan vaz gecen, yurtlarından yuvasından
kovulan, savaşlarda ölümle burun buruna gelen, detaya inildiğinde inançları
için cektikleri sıkıntıların ifadesi ansiklobeliler dolduracak büyüklüğü
kapsayan bir yapıya, bu kazanımlarının bir anda yok edilmesini sağlayacak
türdeyse iddilar, o zaman bir duraklanmalı bu işin için bir gayrimeşruluk
olduğundan şüphelenilmelidir. Bu iddiaların üstüne hemen hoplanmamalı, zaten
ben bunu arıyordum denmemelidir. Çünkü elindeki bulgular büyük bir ihtimalle
tamamen iftira olabilir. Bunlarla ilgili bilgilerde çelişkiler varsa,
işin içinde bir tuzak olduğunu anlayıp araştırmasını biraz derinleştirilmesi
gerekmez mi?
Derinleştirmenin
detayında şu da görülebilir
Bunun
devamını anlamak için incelemeyi derinleştirdiğinde aynı hayatların güzel
alışkanlıklarını sürdürdüğünü örnekleriyle anlatan belgelerin yanında çok
farklı, mevzi insani özellikler sonucu meydana gelen hataları da görür. Ayrıca
bu hataların abartılarak iftira ve yalana dönüştürüldüğü bir sürü
sahtekarlıkların belirli bir ajitasyon içinde manipüle edilerek verildiğini de
görür. Gittikçe bir birinden çok farklı algılamaları çağrıştıran metinlerin
olduğunu da fark eder. Eder etmesine de durum şaşırtıcıdır. Şimdi bunlardan
hangisine inanmalıdır.? Herhalde aklını kullanması gerekir değil mi?
Meselenin
bütününü göz önüne alarak bir irdeleyelim. Her şey yolunda giderken,
nefislerinin istediği gibi bir ortamda, ayrıcalıklı, yöneten ve belirleyen bir
güç sahibi iken, akılda olmayan birinin getirdiği ve beraberinde zorlukları
meşakkati, tehlikeyi, ölümü, ailesinden ocağından uzak kalmayı, malını mülkünü
çocuklarını kaybetmeyi, getirecek bir dini benimseyerek, bütün bu sıkıntılara
uzun bir süre katlanan ve İslam lezzetini tadanların, kabul ettiği değerlerin
kendileri için tehdit olmadığı bir zamanda, Bu değer biçilmez sermayeyi,
üstelik ömürlerinin son demlerinde, hem de kazanımlarının kendilerine yarar
sağlamaya çok az bir zaman kalmışken, bir çırpıda harcadıklarını ifade eden bu
metinlere inanmak aklın karımıdır?.
—Bunu, siz olsanız yapar
mıydınız? Yok, yapmaz dınız.
—Peki, siz Hz Peygamberi gördünüz
mü? Hayır.
—Görseniz bu davaya sarılmanız
nasıl olurdu? Daha fazla.
Pekiyi inancı için destanlar
yaratan bir neslin üstünü üç beş yalancının iftiracının, provekatifcinin
cümleleriyle nasıl silebiliyorsunuz? Üstelik bunu Allah için yaptığını
sanıyorsun!
Hemen size diyecekler ki, söz
konusu kişilerle ilgili bilgiler birkaç koldan bize gelmektedir. Bu sözleri de
irdeleyin. Çünkü büyük bir ihtimalle yine yalan söylüyorlar. Biraz akıl
tutulmasından kurtulup düşünsek, diyelim ki iddialarda yer alan
olumsuzlukları üç beş kişi yaptı. Ama binlerce kişi için bu iftiralar
atılıyor. Kendiniz için kabul edemediğiniz basit bir olumsuzluğu,
binlerce kişiye nasıl yakıştırıyoruz? Onlar o kadar aptaldı da, islamı
neden kabul ettiler. Kabul edenlerin hepsi fakir fukara, köle değil di ki. …
Tarih okumalarının düz bir metin
gibi algılanmaması gerekir. Sağlıklı sonuca gitmek için lehte ve aleyhte
olanlar ne varsa okunmalı ve sınıflandırılmalıdır. Sonra
geliştirilen
bu söylemlerin ne zaman dile getirildiği, Söylemlerin planlı bir şekilde mi
yoksa gelişigüzel plansız bir şekilde mi yazıldığı, söylemlerde
birlik ve bütünlüğün olup olmadığına, kurgulanmış tarihlerin yazılımında mı,
yoksa farklı söylemleri içinde barındıran tarihin mi daha gerçekçi
olabileceğini düşünülmelidir.. Yine bu söylemlerde tezatlar var mı ona bakıp
bir sonuca varmaya çalışılmalıdır bence..
Bu konuda
görülen her kaynağa, yada önünüze konulan kaynağın ismi geçen şahşa ait olduğu
konusuna bile hemen inanmak doğru değildir. Mesela İbni Kuteybe için
ehlisünnet bir âlim denilmektedir. Bilinen altmıştan fazla eseri bulunmaktadır.
Hatta eserlerinin bunun çok ötesinde olduğunu söyleyenlerde var.Dün ve bugün Hz
Peygamberimiz hakkında milyonlarca yalan ve iftira düzmeceleri olduğu gibi,
başka sevilen insanlarla ilgili de aynı benzer yalan ve iftiralar üretilmiştir,
üretilmektedir. Hatta öyle ki, iftira atılan insanları seviyor görünen ve
onların safında görünen kimselerin eserlerine bile kendi görüşlerinin tam tersi
metinlere rastlayabiliyorsunuz. Bu tezadın araştırılması neticesinde de söz
konusu kişilerin eserlerine sonradan ilaveler yapıldığını, ya da sözü edilen
eserin ona ait olmayıp başkaları tarafından onun adına çıkartıldığını fark
ediyorsunuz. Bu sonucu da herkesin bilmesinin imkânı yok. Çünkü insanlar elinin
altındaki bilgilere inanıyor. Bu tür haberleri de kullananlar iyi kullanıyor.
Hak ve hakikati araştırmak da her zaman kolay olmuyor. Meşakkatli bir iş. İlk
etapta insan farklı bir şey olabileceğini düşünemeyebiliyor. Mesela
Şiiler her zamanki görüşleri olan, Hz Ömer’in, Hz Ali ve Hz Fatıma’ya karşı
tutum ve davranışlarını dile getirdikten sonra, Ehli sünnet yazarlarından İbni
Kuteybe’nin el-İmame ve’s-Siyase kitabında da bu görüşler mevcut olduğunu
söyleyerek adı geçen kitabı, ehlisünnet dünyasına Hz Ömer aleyhine delil olarak
kullanırlar. Oysa İbni Kuteybiye’nin 60 dan fazla eseri bulunmaktadır. Bütün
bunları incelendiğinde Onun adı ile zikredilen kitapdaki görüşlerini teyit eden
bir anlayış ve görüş içinde olmadığını görürsünüz. El-İmame ve’s-Siyase Hz.
Peygamberimizin vefatından sonra özellikle hilafet çevresinde cereyan eden hadiseler,
sözler ve karşılıklı konuşmalar ile Hz. Ali-Muaviye mücadelesi ve daha
sonrasında gelişen olaylar, Emevi halifeleri dönemindeki fetihler ve özellikle
de Endülüs fetihleri üzerinde durulmaktadır. Eserin ibn Kuteybe’ye aidiyeti
konusunda şüphelerin yanında eserde zikredilen rivayetlerin sıhhati konusundaki
endişeler nedeniyle kaynak olarak kullanılmasının doğru olmayacağı ve o
rivayetlere bağlı olarak yapılacak yorumların doğruyu yansıtmayacağı ifade
edilmektedir.[1]
Söz konusu
kitabın İbn Kuteybe’ye ait olmadığını ilk iddia eden İspanyol müsteşrik Pascual
Gayangos olmuştur. Ondan sonra Reinhart Dozy bu iddiaları savunmuş,
Michael Jan de Goeje ise bu düşüceleri desteklemiştir. Daha sonra Brockelmann,
İslam Ansiklopedisinde yazdığı “İbn Kuteybe” maddesinde konuya işaret etmiştir.[2] Gayangos’un bu konuda ileri
sürdüğü delerli şu şekilde sıralamak mümkündür.
1-İbni
Kuteybe’nin hayatı ve eserleri hakkında bilgi veren hiçbir eser Onun böyle bir
eserinden bahsetmemektedir.
2- Bu
eserin müellifi Dımeşk’te mukimdir. Ancak İbn Kuteybe, Dinever dışında Bağdat
tan dışarı çıkmamıştır.
3-Eserde
ibn Ebi Leyla’dan nakiller vardır, hâlbuki bu şahıs inb Kutebe’ doğmadan 65 yıl
önce (H.148)Kufe’de kadılık yapmıştır.
4- Müellif
Endülüs Fethine şahit olan bir kadından nakiller yapmaktadır. Hâlbuki bu fetih
ibn Kuteybe’nin doğumundan 120 yıl önce gerçekleşmiştir.
5- Yine
müellif Musa b. Nusayr’ın Merakeş’i fethinden bahsetmektedir. Hâlbuki bu şehir
Murabitün Sultanı Yusuf b. Tafşin tarafından H.455’de tesis edilmiştir. İbn
Kuteybe ise H.276 yılında vefat etmiştir.[3] Geniş bilgi için said Salih,33
vd; Şakir Mustafa 1/241,242’ye bakınız.
Sonuç
itibariyle söz konusu kitabın İbn Kuteybe’ye sonradan nispet edilen eser olarak
görülmektedir.
Bu kadar
din ve mezhep çatışmalarını yaşandığı tarihte, kendi inancına delil yaratma
adına bu tür karınlık oyunların oynanmadığını düşünmek fazla saflık olmaz mı?
Hele ki din için yalanı mubah olarak gören bir anlayış için!..
NEDEN İBN KUTEYBE?
Malum şu soru sorulacak, birçok sünni
yazarların içinde ‘‘Neden İbn Kuteybe?’’ye atfedilmesi, burada hayali yazar
kendi yazısı için İbn Kuteybe’yi seçmesinin iyi bir sebebi olsa gerek.
It is inevitable that the question
will be asked, “Why Ibn Qutaybah?” With any number of Sunni authors to ascribe
this book to, the ghost writer must have had good reason for his selection of
Ibn Qutaybah as the author his work.
Cevap, ben İbn Kuteybe’nin ortalamasının
bu arzu edilen role en çok uygun olanı olduğu kanaatindeyim. Ne Buhari gibi
evrensel bir şekilde meşhur olmuş bir muhaddis, ne de İbn Cerir at-Taberi gibi
meşhur bir tarihçi değil, buna rağmen İbn Habib’(den aşırıldığı) gibi de tamamı
ile sıradan birisi de değil.
Kitabı, hayatları ve çalışmaları geniş
ölçüde bilinen meşhur bir kişiye atfetmek, kolayca yakalanma dezavantajını
taşır. Ancak hiç tanınmayan bir yazara da yatırım yapmak kabul edilebilirlik
şansını tahrip eder. En ideal çözüm, yeterli güvenilirliği sağlayacak kadar
meşhur, ancak sahtekârlığın da kolayca tespit edilmesinde kaçınmak için de
yeterince gözlerden uzak olan orta halli bir kişiliğe bu çalışmayı yüklemektir.
Ve bu rol için seçilen kişi İbn
Kuteybe’dir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder