18 Kasım 2011 Cuma

ŞİİLERİN DELİL SAYDIKLARI ESERLERİN ASLI KİMİN?



İSLAM DÜŞMANLARINCA ÜRETİLEN BELGELERE KARŞIN HİÇ AKIL YÜRÜTÜLMEZ Mİ?

Günümüzde Hz Peygamberimizin aleyhine İslam düşmanlarınca çok çeşitli yalan, iftira ve karikatürler üretilmektedir. Bugün ya da üç beş asır sonra bu karikatürleri, uydurulan yalanlara ulaşan, okuyan birilerinin, bunları tarihi bir belge olarak kabul etmesi, ya da birilerinin onu delil diye ortaya sürülmesi vicdani mi dir? Bunları insanların  gözüne gözüne delil diye sunmaya kalkışanların iyi niyetine inanılır mı? Elbette ki hayır.  Bunu ileri süren düşüncede zaten iyi niyet ve vicdan aranmaz da,  kendini hakikati arayan biri olarak tanımlayanların da bu tür sahtekârlıklara dört elle sarılması bir o kadar akli ve vicdanı değildir. Hakiki vicdan sahibi bir insan bu tür iddialar karşısında ya bunu doğrudan reddetmeli ya da meseleyi bütün yönleriyle iyice tetkik etmelidir. İftiranın uçunda Hz Peygamber var diye değil, kim olursa olsun aynı duyarlılığın gösterilmesi gerekmez mi? Pey iki bu tetkiki nasıl yapmalıdır?

Önce iftira atılan şahsın ya da sahışların hayatlarını incelediğinde; Hayatlarının en güçlü ve vahşi dönemlerinde,  nefislerinin arzu ettiği bir ortamı gönlünün istediği gibi yaşarken, konjöktör olarak kabul edilmesi kolay olmayan bir inancı, bütün tehlikelere gögüs gererek kabul edip, onun için evinden ocağından coluğundan çocuğundan vaz gecen, yurtlarından yuvasından kovulan, savaşlarda ölümle burun buruna gelen, detaya inildiğinde inançları için cektikleri sıkıntıların ifadesi ansiklobeliler dolduracak büyüklüğü kapsayan bir yapıya, bu kazanımlarının bir anda yok edilmesini sağlayacak türdeyse iddilar, o zaman bir duraklanmalı bu işin için bir gayrimeşruluk olduğundan şüphelenilmelidir. Bu iddiaların üstüne hemen hoplanmamalı, zaten ben bunu arıyordum denmemelidir. Çünkü elindeki bulgular büyük bir ihtimalle tamamen iftira olabilir. Bunlarla ilgili bilgilerde çelişkiler varsa,  işin içinde bir tuzak olduğunu anlayıp araştırmasını biraz derinleştirilmesi gerekmez mi?

Derinleştirmenin detayında şu da görülebilir
 Bunun devamını anlamak için incelemeyi derinleştirdiğinde aynı hayatların güzel alışkanlıklarını sürdürdüğünü örnekleriyle anlatan belgelerin yanında çok farklı, mevzi insani özellikler sonucu meydana gelen hataları da görür. Ayrıca bu hataların abartılarak iftira ve yalana dönüştürüldüğü bir sürü sahtekarlıkların belirli bir ajitasyon içinde manipüle edilerek verildiğini de görür. Gittikçe bir birinden çok farklı algılamaları çağrıştıran metinlerin olduğunu da fark eder. Eder etmesine de durum şaşırtıcıdır. Şimdi bunlardan hangisine inanmalıdır.? Herhalde aklını kullanması gerekir değil mi?
Meselenin bütününü göz önüne alarak bir irdeleyelim.  Her şey yolunda giderken, nefislerinin istediği gibi bir ortamda, ayrıcalıklı, yöneten ve belirleyen bir güç sahibi iken, akılda olmayan birinin getirdiği ve beraberinde zorlukları meşakkati, tehlikeyi, ölümü, ailesinden ocağından uzak kalmayı, malını mülkünü çocuklarını kaybetmeyi, getirecek bir dini benimseyerek, bütün bu sıkıntılara uzun bir süre katlanan ve İslam lezzetini tadanların, kabul ettiği değerlerin kendileri için tehdit olmadığı bir zamanda, Bu değer biçilmez sermayeyi, üstelik ömürlerinin son demlerinde, hem de kazanımlarının kendilerine yarar sağlamaya çok az bir zaman kalmışken, bir çırpıda harcadıklarını ifade eden bu metinlere inanmak aklın karımıdır?.

—Bunu, siz olsanız yapar mıydınız? Yok, yapmaz dınız.

—Peki, siz Hz Peygamberi gördünüz mü? Hayır.

—Görseniz bu davaya sarılmanız nasıl olurdu? Daha fazla.

Pekiyi inancı için destanlar yaratan bir neslin üstünü üç beş yalancının iftiracının, provekatifcinin cümleleriyle nasıl silebiliyorsunuz? Üstelik bunu Allah için yaptığını sanıyorsun!

Hemen size diyecekler ki, söz konusu kişilerle ilgili bilgiler birkaç koldan bize gelmektedir. Bu sözleri de irdeleyin. Çünkü büyük bir ihtimalle yine yalan söylüyorlar. Biraz akıl tutulmasından kurtulup düşünsek, diyelim ki iddialarda yer alan olumsuzlukları  üç beş kişi yaptı. Ama binlerce kişi için bu iftiralar atılıyor.  Kendiniz için kabul edemediğiniz basit bir olumsuzluğu, binlerce kişiye nasıl yakıştırıyoruz? Onlar o kadar aptaldı da,  islamı neden kabul ettiler. Kabul edenlerin hepsi fakir fukara, köle değil di ki. …

Tarih okumalarının düz bir metin gibi algılanmaması gerekir. Sağlıklı sonuca gitmek için lehte ve aleyhte olanlar ne varsa okunmalı ve sınıflandırılmalıdır. Sonra

geliştirilen bu söylemlerin ne zaman dile getirildiği, Söylemlerin planlı bir şekilde mi yoksa gelişigüzel plansız bir şekilde mi yazıldığı,  söylemlerde  birlik ve bütünlüğün olup olmadığına, kurgulanmış tarihlerin yazılımında mı, yoksa farklı söylemleri içinde barındıran  tarihin mi daha gerçekçi olabileceğini düşünülmelidir.. Yine bu söylemlerde tezatlar var mı ona bakıp bir sonuca varmaya çalışılmalıdır bence..
Bu konuda görülen her kaynağa, yada önünüze konulan kaynağın ismi geçen şahşa ait olduğu konusuna bile hemen inanmak  doğru değildir. Mesela İbni Kuteybe için ehlisünnet bir âlim denilmektedir. Bilinen altmıştan fazla eseri bulunmaktadır. Hatta eserlerinin bunun çok ötesinde olduğunu söyleyenlerde var.Dün ve bugün Hz Peygamberimiz hakkında milyonlarca yalan ve iftira düzmeceleri olduğu gibi, başka sevilen insanlarla ilgili de aynı benzer yalan ve iftiralar üretilmiştir, üretilmektedir.  Hatta öyle ki, iftira atılan insanları seviyor görünen ve onların safında görünen kimselerin eserlerine bile kendi görüşlerinin tam tersi metinlere rastlayabiliyorsunuz. Bu tezadın araştırılması neticesinde de söz konusu kişilerin eserlerine sonradan ilaveler yapıldığını, ya da sözü edilen eserin ona ait olmayıp başkaları tarafından onun adına çıkartıldığını fark ediyorsunuz. Bu sonucu da herkesin bilmesinin imkânı yok. Çünkü insanlar elinin altındaki bilgilere inanıyor. Bu tür haberleri de kullananlar iyi kullanıyor. Hak ve hakikati araştırmak da her zaman kolay olmuyor. Meşakkatli bir iş. İlk etapta insan farklı bir şey olabileceğini düşünemeyebiliyor. Mesela  Şiiler her zamanki görüşleri olan, Hz Ömer’in, Hz Ali ve Hz Fatıma’ya karşı tutum ve davranışlarını dile getirdikten sonra, Ehli sünnet yazarlarından İbni Kuteybe’nin el-İmame ve’s-Siyase kitabında da bu görüşler mevcut olduğunu söyleyerek adı geçen kitabı, ehlisünnet dünyasına Hz Ömer aleyhine delil olarak kullanırlar. Oysa İbni Kuteybiye’nin 60 dan fazla eseri bulunmaktadır. Bütün bunları incelendiğinde Onun adı ile zikredilen kitapdaki görüşlerini teyit eden bir anlayış ve görüş içinde olmadığını görürsünüz. El-İmame ve’s-Siyase Hz. Peygamberimizin vefatından sonra özellikle hilafet çevresinde cereyan eden hadiseler, sözler ve karşılıklı konuşmalar ile Hz. Ali-Muaviye mücadelesi ve daha sonrasında gelişen olaylar, Emevi halifeleri dönemindeki fetihler ve özellikle de Endülüs fetihleri üzerinde durulmaktadır. Eserin ibn Kuteybe’ye aidiyeti konusunda şüphelerin yanında eserde zikredilen rivayetlerin sıhhati konusundaki endişeler nedeniyle kaynak olarak kullanılmasının doğru olmayacağı ve o rivayetlere bağlı olarak yapılacak yorumların doğruyu yansıtmayacağı ifade edilmektedir.[1]
Söz konusu kitabın İbn Kuteybe’ye ait olmadığını ilk iddia eden İspanyol müsteşrik Pascual Gayangos olmuştur. Ondan sonra Reinhart Dozy bu iddiaları savunmuş,  Michael Jan de Goeje ise bu düşüceleri desteklemiştir. Daha sonra Brockelmann, İslam Ansiklopedisinde yazdığı “İbn Kuteybe” maddesinde konuya işaret etmiştir.[2] Gayangos’un bu konuda ileri sürdüğü delerli şu şekilde sıralamak mümkündür.
1-İbni Kuteybe’nin hayatı ve eserleri hakkında bilgi veren hiçbir eser Onun böyle bir eserinden bahsetmemektedir.
2- Bu eserin müellifi Dımeşk’te mukimdir. Ancak İbn Kuteybe, Dinever dışında Bağdat tan dışarı çıkmamıştır.
3-Eserde ibn Ebi Leyla’dan nakiller vardır, hâlbuki bu şahıs inb Kutebe’ doğmadan 65 yıl önce (H.148)Kufe’de kadılık yapmıştır.
4- Müellif Endülüs Fethine şahit olan bir kadından nakiller yapmaktadır. Hâlbuki bu fetih ibn Kuteybe’nin doğumundan 120 yıl önce gerçekleşmiştir.
5- Yine müellif Musa b. Nusayr’ın Merakeş’i fethinden bahsetmektedir. Hâlbuki bu şehir Murabitün Sultanı Yusuf b. Tafşin tarafından H.455’de tesis edilmiştir. İbn Kuteybe ise H.276 yılında vefat etmiştir.[3] Geniş bilgi için said Salih,33 vd; Şakir Mustafa 1/241,242’ye bakınız.
Sonuç itibariyle söz konusu kitabın İbn Kuteybe’ye sonradan nispet edilen eser olarak görülmektedir.
Bu kadar din ve mezhep çatışmalarını yaşandığı tarihte, kendi inancına delil yaratma adına bu tür karınlık oyunların oynanmadığını düşünmek fazla saflık olmaz mı? Hele ki din için yalanı mubah olarak gören bir anlayış için!..

NEDEN İBN KUTEYBE?
Malum şu soru sorulacak, birçok sünni yazarların içinde ‘‘Neden İbn Kuteybe?’’ye atfedilmesi, burada hayali yazar kendi yazısı için İbn Kuteybe’yi seçmesinin iyi bir sebebi olsa gerek.
It is inevitable that the question will be asked, “Why Ibn Qutaybah?” With any number of Sunni authors to ascribe this book to, the ghost writer must have had good reason for his selection of Ibn Qutaybah as the author his work.
Cevap, ben İbn Kuteybe’nin ortalamasının bu arzu edilen role en çok uygun olanı olduğu kanaatindeyim. Ne Buhari gibi evrensel bir şekilde meşhur olmuş bir muhaddis, ne de İbn Cerir at-Taberi gibi meşhur bir tarihçi değil, buna rağmen İbn Habib’(den aşırıldığı) gibi de tamamı ile sıradan birisi de değil.
Kitabı, hayatları ve çalışmaları geniş ölçüde bilinen meşhur bir kişiye atfetmek, kolayca yakalanma dezavantajını taşır. Ancak hiç tanınmayan bir yazara da yatırım yapmak kabul edilebilirlik şansını tahrip eder. En ideal çözüm, yeterli güvenilirliği sağlayacak kadar meşhur, ancak sahtekârlığın da kolayca tespit edilmesinde kaçınmak için de yeterince gözlerden uzak olan orta halli bir kişiliğe bu çalışmayı yüklemektir.
Ve bu rol için seçilen kişi İbn Kuteybe’dir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder