İMAMETİN OLUŞTURULMASINDA KAN BAĞI
Rasulullah vefat edince yerine Hz Ebu Bekir,
HZ Ömer, Hz Osman ve Hz Ali Peygamberlerinin halifeleri oldular. Pekiyi, ilk
seçimde sürece Hz Ebu Bekir ve HZ Ömer’in müdahalesi olmasaydı, Hz Peygamberin
cenazesi başında bulunan HZ Ali’ye halifeliği bırakacaklarımıydı? Elbette ki
hayır!. Pekiyi Hz Ebu Bekir ya da Ömer Hz Ali nin halife yapılmasını orada
teklif etselerdi kabul görecek miydi? Yine de hayır. Çünkü ensarın halife
tayini konusunda bir araya geldiği mekanda ilk önce muhacirden kimse yoktu.
Onlar kendi aralarında bu hakkın kendilerine ait olduğunu idda ediyor ve konuyu
tartışıyorlardı. Daha sonraları Hz Ebu Bekir, Ömer muhacirlerden gelen
olduğunda da bu konu bir hayli tartışıldıktan sonra Hz Peygamberimizin “İmamlar
Kureyştendir” hadisinin hatırlatılması üzerine Hz Ebu Bekir’in halife olmasına
karar verilmiştir. Her ne kadar Ebu Bekir bunu istemese de bu halka onun
boynuna takılmıştır.[1] Orada planlanmış bir şey yoktu ki. Şartlar
çok kötü gelişmekteyken onlar mevcut çözümü buldular. Orada Hz. Ali olsaydı sonuç
değişirimiydi? Onu Allah bilir. Çünkü
bulunulan ortamda kimse kimin layık olacağı hususunu düşünmüyordu! Öncelikli
konu bu hakkın ensarın mı , muhacirin mi? Sorusunun cevabındaydı. Eğer Hz
Ali’nin ilk halife olmasıyla ile ilgili
Hz Peygamberimizden her hangi bir işaret olsaydı oradaki insanlar bunun
hatırlatılması üzerine ona boyun eğeceklerdi. Kabul edip başlarının üstüne
koyacaklardı. Her neyse. Sonuç bu. Bence süreç daha mantıklı düşünülmeli!
Ama
hem sahabenin, hem de sahabeden biri olan Hz Ali nin, durumu kabul etmesine
rağmen, bu halifeler, ne acı ki, daha
sonraları Ali adına reddedilmiştir. Bununla da kalınmayıp, bütün bir tarihi,
hadis külliyatını, ve tefsirleri bir ideolojiye dönüştürülen anlayışa göre
dizayn edilmiştir. Nasıl mı?
Şia
gruplarından bazıları Masum İmam’ın hangi ırkiyattan geleceğini tespit edip
ilan ettiklerinde umduklarını bulamamışlardır. Söz konusu imamları kendi yanlarında göremeyince,
süreçleri masum imamlar adına tamamen kendileri yönetmeye başlamış bunun, daha
kolay olduğunu görünce imamların fikirlerine bir daha itibar bile
etmemişlerdir. Onlar adına hem inanç akideleri oluşturmuş, hem de mevcut iktidarlarla savaşa girmek istemeyen
ehlibeyt mensuplarını pasifize ederek onun adına iktidarı ele geçirmek için
siyasi mücadeleye girmişlerdir. Bu bilgiler bize kendini şia olarak adlandıran
kişilerin metinlerinden gelmektedir. Ha şu denilebilir ki şia olan birisi kendi
açıklarını neden versin? Bunun cevabını bulmak içinde kaynaklara bakıyoruz ki,
göründüğü kadarıyla bir hakiki şia var. Bunlar tarihi olayları olduğu gibi bize
yansıtan Hz Ali’yi ve ehlibeyti kan bağından ya da ırkiyat den dolayı değil de
onları kişisel özelliklerinden ve Hz Peygamberin yakınları olduğundan dolayı sevenler. Birde sonradan türeyen “Şiacılar” var ki
bunlar çıkarlarını korumak için insanların içini acıtan destanları ve tarih kurgulamışlar, bu yetmemiş hadis
uydurmuşlardır. Senoryalarını doğrulamayan reddeden Kuran’ın itibarını düşürmek için
de farklı şekillerde Kurana iftiralar
atmışlardır. [2] Söz konusu kaynaklara bakıldığında dudakları
ucuklatacak türde yalanlar iftiralar ve saptırmalar olduğu görülecektir.Bunlar
tutmayınca da ayetleri tevil ederek uydurma yorumların adını İmam sözleri
olarak yaymışlardır.
Bizim
konumuza esas olan grup hakiki şia değildir. Onlara hiçbir sözümüz yok. Onlar
hakiki iman ehlidir zaten.
Bunları bir birine karıştırarak hakikatlerin
önünü yüzlerce yıldan beri kapatan ve uydurma anlayışlardan çıkar sağlayan,
farkında olarak ya da olmayarak, İslam bölmeye çalışan, daha kendi içinde
birlikteliği sağlayamadan, bütün İslam alemine savaş açan zihniyetedir, bütün
inananların sözü…
Şiacılar Zayıf kaldıkları dönemlerde dışarıya
karşı kendilerini saklama ihtiyacı duyduklarında diğer insanlar gibi
görünmüşlerdir. Bunu hazmedemeyen kendi taraftarları bu ikiyüzlülüğe karşı
çıkanca bu durumu kurtarmak için dine, Takiyye’yi inancını vazgeçilmez bir
unsuru olarak ilave etmişlerdir.[3] İmam Sadık’a
nisbet edilen “takıyye benim ve atalarımın dinidir! Gibi Hadislerle kurumsallaştırdıktan sonra, kılıfına
uydurdukları yalanı her alanda her konumda kullanmışlardır.
Bu
süreci bütünüyle incelediğinizde bu yapılanmanın uzun vadede ve çok planlı bir
şekilde devam ettiğini görürüz.
Hz
Hasan’dan sonra imam olarak onun
çocuklarından biri değil de neden
Hz Hüseyin İmam olmuştur, Eğer imamlık kardeşten kardeşe geçiyorsa daha
sonraları bu süreç neden böyle yürümemiş hep babadan oğula geçmeye başlamış!.
Eğer bu secim liyakate göre seçiliyorsa neden Hz Hüseyin’in diğer hanımından
olan cesur ve atılgan oğlu Ömer değil de, kasınıye muharebesinde ölen İran Kralı
Yezdicet’in kızı şehrebanu ile
evliliğinden doğan yapısı itibariyle yumuşak Zeynel Abidin diye
bildiğimiz kişi imamlığa getirilmiştir.
Kaldı ki sürekli pasif konumda kalan Zeynel’. Eline kıyam
için birçok fırsat geçmesine rağmen Şiilerin amacına yönelik kılını
kıpırdatmamıştır. Medine halkı Yezit’e isyan ederek bağımsızlıklarını ilan
etmişlerdi.[4]
Bundan başka İbni Zübeyir, Mekke’de yeni bir devlet kurmuştu. Dikkate değer bir şey ise, Emeviler, Mervan
döneminde en zayıf anlarındayken aynı dönemde Irak’ta Muhtar Es-Sekafi
tarafından Küfe merkezli güçlü bir Şii devlet teşekkül etmişti.[5] Bütün bu fırsatlara karsın
en küçük bir risk almayan Zeynel, kerbela’dan sonra ölünceye dek Medine’den ve
de Emevilerin sözünden çıkmamıştır. Zeynel bu devlete gitmeye, hatta bu
devletten gönderilen paraları yemeye bile cesareti yoktu. [6] Denilmektedir.
Ancak, bu ifadeyi
Hz Zeynel için kullanmak bence yaralayıcı bir durumdur. Araştırmalarımın
bütünde gördüğüm Hz Zeynel, Önüne bir
çok fırsat geçmesine karşın ne şii
devletinin kuruluşunda onların yanında yer almış, ne de kendi başına da siyasi
bir eyleme geçmiştir. Siyasi Şiacılarla imamların bir alakasının olmadığını
buradan da anlamak mümkündür. Zeynel, kerbela’dan sonra ölünceye dek Medine’de
yönetimin baskı ve zulmünden fırsat
buldukça zamanını, fakirin fukaranın ihtiyaçlarını gidermeye ve ibadete
ayırmıştır.
Kapılarına
bilmedikleri biri tarafından ihtiyaçlarının konan fakirler, kapılarına
ihtiyaçlarının gelmediği gün, Zeynel’in ölüm haberini almalarından sonra
yardımı kimin getirdiklerini anlamışlardır. Böylesi takva ehli Allah’ın
evliyası Emevilerin zulmüne karşın bile Şiacıların yanında yer almamış ve
kendini imam ilan etmemiştir. Çünkü onun imamet anlayışı Şiacıların içini
doldurduğu bir anlayışta değildi.
Zeynel’in yönetimden gördüğü sıkıntılarına zerre kadar ilgi
göstermeyen Şiacılar, Onun adını kullanarak devlet kurmayı ve yönetmeyi ihmal
etmemişler, yönetimin başına da getirmeyi düşünmemişlerdir.
Eğer imamlık Zeynel’e bizzat ALLAH tarafından verilmiş
olsaydı Zeynel, bu fırsatları kullanır, Allahın emrine itaat eder, zulümle başa
baş dişe diş mücadele edebilirdi., Ancak Şiacılar tarafından Zeynel’in
rakipleri arasından seçilmesinin tek bir sebebi: Hz Muhammet’in değil, son İran
şahı Yezdücerd’in torunu olmasıdır. İşte İran kökenli Şiiler Zeynel Abidin ve
onun çocuklarını mazilerindeki kralın konumuna, koymuş, imamet yetkilerini
kralın yetkileriyle örtüştürmüşlerdir. Zerdüştlükte “kralın
kararları ve yasaları bizzat tanrının vah yetmesidir. Bundan dolayı memleketin
kanunlarının temeli tanrısal bir iradeye dayanıyordu. Bu kanuna karşı gelmek,
ilahi iradeye karşı gelmekti”.İmama karşı gelmekte aynen öyledir. İmamların masumiyeti düşüncesinin Fars
diyarında (İran) ortaya çıkışı ve bugüne değin halen varlığını sürdürmesi
tesadüfî değildir. İranın yanında Irak da, eski medeniyetlerin birleştiği bir
yer ve Irak'ta Fars ve Keldanî ilimleri ve bu milletlerin medeniyet kalıntıları
bulunuyordu. Ayrıca bu ilimlere Yunan felsefesi, Hint düşüncesi katılmıştı. Bu
medeniyet ve düşünceler Irak'ta birbirleriyle yoğruldular. Böylece Irak, îslâm
fırkalarının birçoğunun meydana geldiği bir yer olmuştur. İmamet ve
yetkilerinin ilhamı bu kültürden geçmedir. Bu ırki yakınlığın
dışında dışındaki her hangi bir ehlibeyt mensubu imam olamaz. Kabul da etmezler. Neticede bugün 12 imam adı ile tanımlanan
kişilerin hepsi bu ananın çocuklarıdır. Kendilerinin belirlediği diğer şia
gruplarından olan zeydileri ve ismailileri asla tanımazlar. Hz Hasan’ın
çocuklarından her hangi birinin imam olmaya da hakkı yoktur. Ne de bugün adları
bilinmektedir!
İşte imamet seçiminin nasıl yapıldığını konusunda
tarihe baktığınız zaman, Hz Hüseyin sonra tamamen bir ırkiyata yani Allah resulünün nübüvvet
mirasının kan bağı yolu ile geçtiği inancıyla oluşturulan imamet teorisinin hakikate dönüştürüldüğünü görüyorsunuz.
Ebu talib’in kurtarılma çabaları, Hz İbrahim’in esas babasına “babası değil amcasıdır. Çünkü o günlerde
amcaya baba denirdi” gibi Kuran metnini tevil etmeleri de bunun bir devamıdır.!
Netice
itibariyle Hz Hasan Muaviye ile savaşa girmeden halifeliği devretmesi, Hz
Hüseyin’in kıyam ederek şehit olması, Zeynel Abidin’in kıyama girişmeyip bütün
ömrünce dua ile geçirmesi (“dua ile kıyam “) İmam Cafer’in siyasete bulaşmayıp
ilimle uğraşması, gibi. Diğer imamların hayatlarında öne çıkan davranışlardan
ne varsa!.
Bu
davranışlarını kafalarına göre yapmadıklarını taraftarlarını ikna etmek için,
şu hadisin uydurulduğuna şahit oluyoruz.“
Kuleynî:
“Ebû Abdullah rivayet etmektedir; Vasiyet, yazılı bir metin olarak Muhammed’e
indi. Vasiyet ile ilgili bu yazılı metin dışında Muhammed’e gökten mühürlü
hiçbir metin indirilmemiştir. Cebrail dedi ki: “Bu Ehl-i Beyt’ine ümmet
hakkındaki vasiyetindir.. Muhammed’in ölümünden sonra Ali o mektuptan ilk mührü
açtı onunla amel etti. Sonra Hasan ikinci mührü açtı onunla amel etti. Onun
ölümünden sonra Hüseyin üçüncü mührü açtı, orada sunun yazılı olduğunu gördü;
savaş, öldür ve öldürül, insanları kendinle beraber saadet için götür. Sen
olmaksızın onlara saadet yoktur. Hüseyin ölünce mektubu Ali b. Hüseyin’e
verdi....” [7]Bu hadisten sonra hangi şia bu hususları
tartışabilir? İmamlar adına uydurulup da
altına imamlardan her hangi birinin adının konularak Kuleyni’ nin kitabında yer alan sayısız haberlere
kim itiraz edebilir!. Ancak, imametin ırkiyata dayanmasını Kuran reddeder.
Bunun örnekleri de var. İşte Hz Nuh’un oğlunu Allah Nuh’un sulbünden
saymamaktadır. HZ. Kuran kan bağını değil iman’ bağını öne çıkarır. Bu sefer bu nesil ne yapar. Hz.
Nuh’un karısına iftira ederler. “ O çocuk Nuh’un çocuğu değildir”. Diye
Kuran’la veya diğer sahih hadislerle çatışan
bu uydurma sözlerden bazıları vazgeçmek
zorunda kalırlar.
Sonuçta
işte “vasiyet”! Kim ne diyebilir? O zaman sorabilir misiniz, Hz Hasan’ın
çocuklarından birisi neden imam olmadı? Zeynel Abidin hayatı boyunca elinde
onca fırsat varken, neden kıyam etmedi? ya da kurulan şii devletinin başına
geçmedi?! Hz. Zeyd kıyama kalkıştı,
ashaba küfür etmediği için etrafındaki Şiacılar onu terk etti! Yalnız kaldı. En yakınları bile ona yardım etmedi
sonuçta şehit oldu, onu neden sevmiyorsunuz diye!?......
Bütün
bunları cevabı zaten hazır; Bütün
imamlar kendiyle ilgili vasiyeti açtı
baktı orada ne yazıyorsa onu yaşadı!
Acaba
şöyle bir soru sorabilir miyiz.
Bu
vasiyetten Hz Zeyd’in haberi var mıydı?
Galiba
yoktu. Olsaydı Zeynel Abidin’in imamlığını kabul ederdi. Eğer böyle bir vasiyet
var idiyse Muhammet Bakır bunu Hz. Zeyd’e gösterebilirdi! Ya da neden göstermedi? Muhammed Bakır’ın
oğlu Abdullah’ta imamlık davasında bulunmuştu. Böyle bir şeyin olacağını babası
bilmesine rağmen, oğluna bunun doğru bir şey olmayacağını imamlığın bir
vasiyetle geldiğini neden oğluna söylememiştir.
Görülüyor
ki bu vasiyet de sorunu çözmeye yetmemiş! O zaman ne yapmalı? Bu sefer Kuran’a
müracaat etmeli. Masum bir imam adıyla konuya uygun bir ayet bulup tevil
ettirilip sonuca gidilmesi en doğru yol. Hem bu yöntemle ehlibeyt konusuna da
netlik getirilmiş olur!.
İşte
Meşhur her derde çare bulan Kuleyni’ nin, El Kâfi’ si. Bu
sorunu da çözmüş görünüyor. [8]
“...
Abdurrahim b. Revh el-Kasir şöyle rivayet etmiştir: Ebu Cafer’e (Muhammed
Bâkır): “Peygamber müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların
analarıdır. Akraba olanlar, Allah’ın kitabına göre birbirlerine daha
yakındırlar.” [9]ayeti kimin hakkında indi?” diye
sordum. Buyurdu ki: “Ayet velâyet ve imamet hakkında inmiştir. Bu ayet,
Hüseyin’den sonra, onun çocukları arasında uygulamaya konulmuştur. Dolayısıyla
biz, imamete ve Resulullah’a, Muhacir ve Ensar’dan oluşan diğer Müslümanlardan
daha yakanız.” Dedim ki: “Cafer’in çocuklarının bunda bir payları var mıdır?”
“Hayır.” dedi. “Abbas’ın çocuklarının bunda bir payları var mıdır?” diye
sordum. “Hayır.” dedi. “Abdulmuttalip oğullarının bütün boylarını saydım.”
hepsi için “Hayır.” diye cevap verdi. Bu arada Hasan’ın çocuklarını unuttum. Bir
daha yanına girdiğimde: “Hasan’ın çocuklarının bunda bir payı var mıdır?” diye sordum, “Hayır.” dedi. “ALLAH’a yemin ederim ki, ey
Abdurrahim! Bizim dışımızda hiçbir Muhammedi’nin bunda bir payı yoktur.”
Peygamberimizin eşleri ve kendi evinde barınan çocuklarını
kasteden ehlibeyt kavramından, önce, Hz. Muhammet’in eşleri, sonra duruma ve
koşullara göre tüm Haşimiler, tüm Ebu Talip soyu çıkartılmıştır. Daha sonra Hz.
Ali ve Fatma soyu iyice daraltılarak tek bir kanal yöneltilmiş, zaten haşa Hz.
Hasan’ın kabahatli biriydi! İmameti muaviye ye vermekle. Onun soyunu da fazla
uzatmadan bitirmek gerek!. En sonunda Hz Hüseyin’in soyu da, ancak İran Şahının
kızı vasıtasıyla gelen Zeynel Abidin’in nesli ehlibeyt zümresinin tek
temsilcisi olarak kalmıştır.
İşte din böyle kurgulanır. İşte Tarih böyle
şekillendirilir. Diğer İslam alemi bu konuda sınıfta kalmıştır!. Ne yapmıştır.
Ravilerden topladıkları hadislerin bir birini tamamlayıp tamamlamadıklarına hiç
bakmamışlar. Sağlam bulduklarını almışlar. Bunlar Şiilerin işlerine yarar ya da
yaramaz diye her hangi bir ayrım
akıllarının ucundan bile geçirmemiş. Doğruyu yalandan ayırmışlar ama
Şiacılar gibi iyi bir kurgulama yapamamışlar!
Sonuç. Şiacılar; siyaseti yürütürken de, din kuralları koyarken de, imamların
görüşlerine hiç itibar etmemişlerdir. İşlerine nasıl geldiyse mevcut ortamda
durum nasıl kurtarılabiliniyorsa öyle davranmışlar. Dini yaşam içinde çok
güçlü gösterdikleri “imamet”, onlar için
sadece kukla olarak kullanılmıştır.
[1] Prof Dr. Muhammed
Hamidullah “İslam Peygamberi 2.cilt
[2]( Kuleyni,
Kafi, c. 1, s. 339341, Kuleyni, elKafi, c.8 sç125, ElKummi elHısal, s. 83)
Muhsin elKaşi, EsSafi 6. Mukaddime s, etTabersi,
elİhticac, s.70, Kuleyni, elKafi, c.2 s.633, EtTabersi,
elİhticac, s. 223.) vb.
[3] (Tefsîru’l- Hasen Askerî 162, Usûlu’l-Kâfî 2/219, Kafi c:2 s. 217–219–222)
[4] (Tarihi, Taberî,
c. 7, s. 3 -13; İbn-i Esir, el kâmil, c. 4, s. 40 -41 ve İbn-i Kesir, el
bidaye, c. 8, s. 216; İbni, Abdirabbih, Ikdu'l-Ferid, c. 4, s. 388)
[5] Taberi, Tarih c.
7, s. 100-110; Dineveri, Kitabülahbar s. 290-295; İbni Esir, El-kâmil c. 4, s.
112-116).
[6] (İbn-i Sa'd-Tabakat
c. 5, s. 213 )
[7] Kuleynî, Usulu Kafi, I-IV, (Farsça’ya trc.
Seyid Cevat Mustafa), Tahran? II, 28-29
[8] El Kafi, 753 nolu
hadis
[9] (Ahzab 6)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder