17 Kasım 2011 Perşembe

İMAMETİN OLUŞTURULMASINDA SORUNLAR




        İMAMETİN OLUŞTURULMASINDA KAN BAĞI

 Rasulullah vefat edince yerine Hz Ebu Bekir, HZ Ömer, Hz Osman ve Hz Ali Peygamberlerinin halifeleri oldular. Pekiyi, ilk seçimde sürece Hz Ebu Bekir ve HZ Ömer’in müdahalesi olmasaydı, Hz Peygamberin cenazesi başında bulunan HZ Ali’ye halifeliği bırakacaklarımıydı? Elbette ki hayır!. Pekiyi Hz Ebu Bekir ya da Ömer Hz Ali nin halife yapılmasını orada teklif etselerdi kabul görecek miydi? Yine de hayır. Çünkü ensarın halife tayini konusunda bir araya geldiği mekanda ilk önce muhacirden kimse yoktu. Onlar kendi aralarında bu hakkın kendilerine ait  olduğunu idda ediyor ve konuyu tartışıyorlardı. Daha sonraları Hz Ebu Bekir, Ömer muhacirlerden gelen olduğunda da bu konu bir hayli tartışıldıktan sonra Hz Peygamberimizin “İmamlar Kureyştendir” hadisinin hatırlatılması üzerine Hz Ebu Bekir’in halife olmasına karar verilmiştir. Her ne kadar Ebu Bekir bunu istemese de bu halka onun boynuna takılmıştır.[1]   Orada planlanmış bir şey yoktu ki. Şartlar çok kötü gelişmekteyken onlar mevcut çözümü buldular. Orada Hz. Ali olsaydı sonuç değişirimiydi? Onu  Allah bilir. Çünkü bulunulan ortamda kimse kimin layık olacağı hususunu düşünmüyordu! Öncelikli konu bu hakkın ensarın mı , muhacirin mi? Sorusunun cevabındaydı. Eğer Hz Ali’nin ilk halife olmasıyla  ile ilgili Hz Peygamberimizden her hangi bir işaret olsaydı oradaki insanlar bunun hatırlatılması üzerine ona boyun eğeceklerdi. Kabul edip başlarının üstüne koyacaklardı. Her neyse. Sonuç bu. Bence süreç daha mantıklı düşünülmeli!

Ama hem sahabenin, hem de sahabeden biri olan Hz Ali nin, durumu kabul etmesine rağmen,  bu halifeler, ne acı ki, daha sonraları Ali adına reddedilmiştir. Bununla da kalınmayıp, bütün bir tarihi, hadis külliyatını, ve tefsirleri bir ideolojiye dönüştürülen anlayışa göre dizayn edilmiştir. Nasıl mı?
Şia gruplarından bazıları Masum İmam’ın hangi ırkiyattan geleceğini tespit edip ilan ettiklerinde umduklarını bulamamışlardır. Söz konusu   imamları kendi yanlarında göremeyince, süreçleri masum imamlar adına tamamen kendileri yönetmeye başlamış bunun, daha kolay olduğunu görünce imamların fikirlerine bir daha itibar bile etmemişlerdir. Onlar adına hem inanç akideleri oluşturmuş, hem de  mevcut iktidarlarla savaşa girmek istemeyen ehlibeyt mensuplarını pasifize ederek onun adına iktidarı ele geçirmek için siyasi mücadeleye girmişlerdir. Bu bilgiler bize kendini şia olarak adlandıran kişilerin metinlerinden gelmektedir. Ha şu denilebilir ki şia olan birisi kendi açıklarını neden versin? Bunun cevabını bulmak içinde kaynaklara bakıyoruz ki, göründüğü kadarıyla bir hakiki şia var. Bunlar tarihi olayları olduğu gibi bize yansıtan Hz Ali’yi ve ehlibeyti kan bağından ya da ırkiyat den dolayı değil de onları kişisel özelliklerinden ve Hz Peygamberin yakınları olduğundan dolayı sevenler.  Birde sonradan türeyen “Şiacılar” var ki bunlar çıkarlarını korumak için insanların içini acıtan destanları ve tarih kurgulamışlar, bu yetmemiş hadis uydurmuşlardır. Senoryalarını doğrulamayan  reddeden Kuran’ın itibarını düşürmek için de  farklı şekillerde Kurana iftiralar atmışlardır. [2] Söz konusu kaynaklara bakıldığında dudakları ucuklatacak türde yalanlar iftiralar ve saptırmalar olduğu görülecektir.Bunlar tutmayınca da ayetleri tevil ederek uydurma yorumların adını İmam sözleri olarak yaymışlardır.
Bizim konumuza esas olan grup hakiki şia değildir. Onlara hiçbir sözümüz yok. Onlar hakiki iman ehlidir zaten.
 Bunları bir birine karıştırarak hakikatlerin önünü yüzlerce yıldan beri kapatan ve uydurma anlayışlardan çıkar sağlayan, farkında olarak ya da olmayarak, İslam bölmeye çalışan, daha kendi içinde birlikteliği sağlayamadan, bütün İslam alemine savaş açan zihniyetedir, bütün inananların sözü…
 Şiacılar Zayıf kaldıkları dönemlerde dışarıya karşı kendilerini saklama ihtiyacı duyduklarında diğer insanlar gibi görünmüşlerdir. Bunu hazmedemeyen kendi taraftarları bu ikiyüzlülüğe karşı çıkanca bu durumu kurtarmak için dine, Takiyye’yi inancını vazgeçilmez bir unsuru olarak ilave etmişlerdir.[3] İmam Sadık’a nisbet edilen “takıyye benim ve atalarımın dinidir! Gibi Hadislerle kurumsallaştırdıktan sonra, kılıfına uydurdukları yalanı her alanda her konumda kullanmışlardır.
Bu süreci bütünüyle incelediğinizde bu yapılanmanın uzun vadede ve çok planlı bir şekilde devam ettiğini görürüz.

Hz Hasan’dan sonra imam olarak onun  çocuklarından biri değil de neden  Hz Hüseyin İmam olmuştur, Eğer imamlık kardeşten kardeşe geçiyorsa daha sonraları bu süreç neden böyle yürümemiş hep babadan oğula geçmeye başlamış!. Eğer bu secim liyakate göre seçiliyorsa neden Hz Hüseyin’in diğer hanımından olan cesur ve atılgan oğlu Ömer değil de,  kasınıye muharebesinde ölen İran Kralı Yezdicet’in kızı şehrebanu  ile evliliğinden doğan yapısı itibariyle yumuşak Zeynel Abidin diye bildiğimiz kişi imamlığa getirilmiştir.
Kaldı ki sürekli pasif konumda kalan Zeynel’. Eline kıyam için birçok fırsat geçmesine rağmen Şiilerin amacına yönelik kılını kıpırdatmamıştır. Medine halkı Yezit’e isyan ederek bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi.[4] Bundan başka İbni Zübeyir, Mekke’de yeni bir devlet kurmuştu.  Dikkate değer bir şey ise, Emeviler, Mervan döneminde en zayıf anlarındayken aynı dönemde Irak’ta Muhtar Es-Sekafi tarafından Küfe merkezli güçlü bir Şii devlet teşekkül etmişti.[5] Bütün bu fırsatlara karsın en küçük bir risk almayan Zeynel, kerbela’dan sonra ölünceye dek Medine’den ve de Emevilerin sözünden çıkmamıştır. Zeynel bu devlete gitmeye, hatta bu devletten gönderilen paraları yemeye bile cesareti yoktu. [6] Denilmektedir.
Ancak, bu ifadeyi  Hz Zeynel için kullanmak bence yaralayıcı bir durumdur. Araştırmalarımın bütünde gördüğüm Hz Zeynel,  Önüne bir çok  fırsat geçmesine karşın ne şii devletinin kuruluşunda onların yanında yer almış, ne de kendi başına da siyasi bir eyleme geçmiştir. Siyasi Şiacılarla imamların bir alakasının olmadığını buradan da anlamak mümkündür. Zeynel, kerbela’dan sonra ölünceye dek Medine’de yönetimin baskı ve  zulmünden fırsat buldukça zamanını, fakirin fukaranın ihtiyaçlarını gidermeye ve ibadete ayırmıştır.
 Kapılarına bilmedikleri biri tarafından ihtiyaçlarının konan fakirler, kapılarına ihtiyaçlarının gelmediği gün, Zeynel’in ölüm haberini almalarından sonra yardımı kimin getirdiklerini anlamışlardır. Böylesi takva ehli Allah’ın evliyası Emevilerin zulmüne karşın bile Şiacıların yanında yer almamış ve kendini imam ilan etmemiştir. Çünkü onun imamet anlayışı Şiacıların içini doldurduğu bir anlayışta değildi.
Zeynel’in  yönetimden gördüğü sıkıntılarına zerre kadar ilgi göstermeyen Şiacılar, Onun adını kullanarak devlet kurmayı ve yönetmeyi ihmal etmemişler, yönetimin başına da getirmeyi düşünmemişlerdir.
Eğer imamlık Zeynel’e bizzat ALLAH tarafından verilmiş olsaydı Zeynel, bu fırsatları kullanır, Allahın emrine itaat eder, zulümle başa baş dişe diş mücadele edebilirdi., Ancak Şiacılar tarafından Zeynel’in rakipleri arasından seçilmesinin tek bir sebebi: Hz Muhammet’in değil, son İran şahı Yezdücerd’in torunu olmasıdır. İşte İran kökenli Şiiler Zeynel Abidin ve onun çocuklarını mazilerindeki kralın konumuna, koymuş, imamet yetkilerini kralın yetkileriyle örtüştürmüşlerdir. Zerdüştlükte  “kralın kararları ve yasaları bizzat tanrının vah yetmesidir. Bundan dolayı memleketin kanunlarının temeli tanrısal bir iradeye dayanıyordu. Bu kanuna karşı gelmek, ilahi iradeye karşı gelmekti”.İmama karşı gelmekte aynen öyledir.  İmamların masumiyeti düşüncesinin Fars diyarında (İran) ortaya çıkışı ve bugüne değin halen varlığını sürdürmesi tesadüfî değildir. İranın yanında Irak da, eski medeniyetlerin birleştiği bir yer ve Irak'ta Fars ve Keldanî ilimleri ve bu milletlerin medeniyet kalıntıları bulunuyordu. Ayrıca bu ilimlere Yunan felsefesi, Hint düşünce­si katılmıştı. Bu medeniyet ve düşünceler Irak'ta birbirleriyle yoğruldular. Böylece Irak, îslâm fırkalarının birçoğunun meydana geldi­ği bir yer olmuştur. İmamet ve yetkilerinin ilhamı bu kültürden geçmedir. Bu ırki yakınlığın dışında dışındaki her hangi bir ehlibeyt mensubu imam olamaz.  Kabul da etmezler.  Neticede bugün 12 imam adı ile tanımlanan kişilerin hepsi bu ananın çocuklarıdır. Kendilerinin belirlediği diğer şia gruplarından olan zeydileri ve ismailileri asla tanımazlar. Hz Hasan’ın çocuklarından her hangi birinin imam olmaya da hakkı yoktur. Ne de bugün adları bilinmektedir!

İşte imamet seçiminin nasıl yapıldığını konusunda tarihe baktığınız zaman, Hz Hüseyin sonra tamamen bir ırkiyata yani Allah resulünün nübüvvet mirasının kan bağı yolu ile geçtiği inancıyla oluşturulan  imamet teorisinin hakikate dönüştürüldüğünü  görüyorsunuz. Ebu talib’in kurtarılma çabaları, Hz İbrahim’in esas babasına  “babası değil amcasıdır. Çünkü o günlerde amcaya baba denirdi” gibi Kuran metnini tevil etmeleri de   bunun bir devamıdır.!
Netice itibariyle Hz Hasan Muaviye ile savaşa girmeden halifeliği devretmesi, Hz Hüseyin’in kıyam ederek şehit olması, Zeynel Abidin’in kıyama girişmeyip bütün ömrünce dua ile geçirmesi (“dua ile kıyam “) İmam Cafer’in siyasete bulaşmayıp ilimle uğraşması, gibi. Diğer imamların hayatlarında öne çıkan davranışlardan ne varsa!.
Bu davranışlarını kafalarına göre yapmadıklarını taraftarlarını ikna etmek için, şu hadisin uydurulduğuna şahit oluyoruz.“   Kuleynî: “Ebû Abdullah rivayet etmektedir; Vasiyet, yazılı bir metin olarak Muhammed’e indi. Vasiyet ile ilgili bu yazılı metin dışında Muhammed’e gökten mühürlü hiçbir metin indirilmemiştir. Cebrail dedi ki: “Bu Ehl-i Beyt’ine ümmet hakkındaki vasiyetindir.. Muhammed’in ölümünden sonra Ali o mektuptan ilk mührü açtı onunla amel etti. Sonra Hasan ikinci mührü açtı onunla amel etti. Onun ölümünden sonra Hüseyin üçüncü mührü açtı, orada sunun yazılı olduğunu gördü; savaş, öldür ve öldürül, insanları kendinle beraber saadet için götür. Sen olmaksızın onlara saadet yoktur. Hüseyin ölünce mektubu Ali b. Hüseyin’e verdi....” [7]Bu hadisten sonra hangi şia bu hususları tartışabilir?  İmamlar adına uydurulup da altına imamlardan her hangi birinin adının konularak   Kuleyni’ nin kitabında yer alan sayısız haberlere kim itiraz edebilir!. Ancak, imametin ırkiyata dayanmasını Kuran reddeder. Bunun örnekleri de var. İşte Hz Nuh’un oğlunu Allah Nuh’un sulbünden saymamaktadır. HZ. Kuran kan bağını değil iman’ bağını  öne çıkarır. Bu sefer bu nesil ne yapar. Hz. Nuh’un karısına iftira ederler. “ O çocuk Nuh’un çocuğu değildir”. Diye
 Kuran’la veya diğer sahih hadislerle çatışan bu uydurma sözlerden bazıları  vazgeçmek zorunda kalırlar.
Sonuçta işte “vasiyet”! Kim ne diyebilir? O zaman sorabilir misiniz, Hz Hasan’ın çocuklarından birisi neden imam olmadı? Zeynel Abidin hayatı boyunca elinde onca fırsat varken, neden kıyam etmedi? ya da kurulan şii devletinin başına geçmedi?! Hz. Zeyd kıyama kalkıştı,  ashaba küfür etmediği için etrafındaki Şiacılar onu terk etti!  Yalnız kaldı.   En yakınları bile ona yardım etmedi sonuçta  şehit oldu,  onu neden sevmiyorsunuz diye!?......
Bütün bunları  cevabı zaten hazır; Bütün imamlar  kendiyle ilgili vasiyeti açtı baktı orada ne yazıyorsa onu yaşadı!
Acaba şöyle bir soru sorabilir miyiz.
Bu vasiyetten Hz Zeyd’in haberi var mıydı?
Galiba yoktu. Olsaydı Zeynel Abidin’in imamlığını kabul ederdi. Eğer böyle bir vasiyet var idiyse Muhammet Bakır bunu Hz. Zeyd’e gösterebilirdi!  Ya da neden göstermedi? Muhammed Bakır’ın oğlu Abdullah’ta imamlık davasında bulunmuştu. Böyle bir şeyin olacağını babası bilmesine rağmen, oğluna bunun doğru bir şey olmayacağını imamlığın bir vasiyetle geldiğini neden oğluna söylememiştir.
Görülüyor ki bu vasiyet de sorunu çözmeye yetmemiş! O zaman ne yapmalı? Bu sefer Kuran’a müracaat etmeli. Masum bir imam adıyla konuya uygun bir ayet bulup tevil ettirilip sonuca gidilmesi en doğru yol. Hem bu yöntemle ehlibeyt konusuna da netlik getirilmiş olur!. 
İşte Meşhur her derde çare bulan Kuleyni’ nin, El Kâfi’ si. Bu sorunu da çözmüş görünüyor. [8]
“... Abdurrahim b. Revh el-Kasir şöyle rivayet etmiştir: Ebu Cafer’e (Muhammed Bâkır): “Peygamber müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların analarıdır. Akraba olanlar, Allah’ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar.” [9]ayeti kimin hakkında indi?” diye sordum. Buyurdu ki: “Ayet velâyet ve imamet hakkında inmiştir. Bu ayet, Hüseyin’den sonra, onun çocukları arasında uygulamaya konulmuştur. Dolayısıyla biz, imamete ve Resulullah’a, Muhacir ve Ensar’dan oluşan diğer Müslümanlardan daha yakanız.” Dedim ki: “Cafer’in çocuklarının bunda bir payları var mıdır?” “Hayır.” dedi. “Abbas’ın çocuklarının bunda bir payları var mıdır?” diye sordum. “Hayır.” dedi. “Abdulmuttalip oğullarının bütün boylarını saydım.” hepsi için “Hayır.” diye cevap verdi. Bu arada Hasan’ın çocuklarını unuttum. Bir daha yanına girdiğimde: “Hasan’ın çocuklarının bunda bir payı var mıdır?” diye sordum, “Hayır.” dedi. “ALLAH’a yemin ederim ki, ey Abdurrahim! Bizim dışımızda hiçbir Muhammedi’nin bunda bir payı yoktur.”
Peygamberimizin eşleri ve kendi evinde barınan çocuklarını kasteden ehlibeyt kavramından, önce, Hz. Muhammet’in eşleri, sonra duruma ve koşullara göre tüm Haşimiler, tüm Ebu Talip soyu çıkartılmıştır. Daha sonra Hz. Ali ve Fatma soyu iyice daraltılarak tek bir kanal yöneltilmiş, zaten haşa Hz. Hasan’ın kabahatli biriydi! İmameti muaviye ye vermekle. Onun soyunu da fazla uzatmadan bitirmek gerek!. En sonunda Hz Hüseyin’in soyu da, ancak İran Şahının kızı vasıtasıyla gelen Zeynel Abidin’in nesli ehlibeyt zümresinin tek temsilcisi olarak kalmıştır.
İşte din böyle kurgulanır. İşte Tarih böyle şekillendirilir. Diğer İslam alemi bu konuda sınıfta kalmıştır!. Ne yapmıştır. Ravilerden topladıkları hadislerin bir birini tamamlayıp tamamlamadıklarına hiç bakmamışlar. Sağlam bulduklarını almışlar. Bunlar Şiilerin işlerine yarar ya da yaramaz diye her hangi bir ayrım  akıllarının ucundan bile geçirmemiş. Doğruyu yalandan ayırmışlar ama Şiacılar gibi iyi bir kurgulama yapamamışlar!
Sonuç. Şiacılar; siyaseti yürütürken de, din kuralları koyarken de, imamların görüşlerine hiç itibar etmemişlerdir. İşlerine nasıl geldiyse mevcut ortamda durum nasıl kurtarılabiliniyorsa öyle davranmışlar.  Dini yaşam içinde çok güçlü gösterdikleri  “imamet”, onlar için sadece kukla olarak kullanılmıştır.




[1] Prof Dr. Muhammed Hamidullah “İslam Peygamberi 2.cilt
[2](              Kuleyni, Kafi, c. 1, s. 339341, Kuleyni, elKafi, c.8 sç125, ElKummi elHısal, s. 83)
     Muhsin elKaşi, EsSafi 6. Mukaddime s, etTabersi, elİhticac, s.70, Kuleyni, elKafi, c.2 s.633, EtTabersi, elİhticac, s. 223.) vb.
[3] (Tefsîru’l- Hasen Askerî 162, Usûlu’l-Kâfî 2/219, Kafi c:2 s. 217–219–222)
[4] (Tarihi, Taberî, c. 7, s. 3 -13;  İbn-i Esir, el kâmil, c. 4, s. 40 -41 ve İbn-i Kesir, el bidaye, c. 8, s. 216;  İbni, Abdirabbih, Ikdu'l-Ferid, c. 4, s. 388) 

[5] Taberi, Tarih c. 7, s. 100-110; Dineveri, Kitabülahbar s. 290-295; İbni Esir, El-kâmil c. 4, s. 112-116).

[6] (İbn-i Sa'd-Tabakat c. 5, s. 213 )
[7] Kuleynî, Usulu Kafi, I-IV, (Farsça’ya trc. Seyid Cevat Mustafa), Tahran? II, 28-29

[8] El Kafi, 753 nolu hadis
[9] (Ahzab 6)  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder